Etiket: masal dinle

Salyangoz ve Evi
Salyangoz ve Evi

Bir varmış bir yokmuş, şehirden uzak bir ormanda bir salyangoz yaşarmış. Bu salyangoz diğerlerinden farklıymış biraz. Diğer salyangozlar evlerinin kaplumbağalarınki gibi sırtlarında olmasından memnunken, bizim salyangoz bu durumu hiç sevmezmiş. Evini sırtında taşımak istemediği gibi, evinin yani kabuğunun renginin de farklı olmasını istermiş. Akşamları yatarken renkli bir kabuğu olduğunu hayal edermiş hep. Salyangoz, arkadaşları olan kelebek ve uğur böceğini çok sever, arada bir onlarla dertleşir ve sırtında taşıdığı evini onlara şikâyet edermiş:

–‘Ah keşke, evimi sırtımda taşımak zorunda olmasaydım. Hadi taşıyorum, bari sizin ki gibi bol desenli ve renkli olsaydı’ dermiş.

Kelebek ve uğur böceği bir gün salyangoza;

-‘Sevgili arkadaşımız, hani evim renkli olsun diyorsun ya, biz çaresini bulduk. Ressam olan bir tırtıl var. Seni ona götürürsek eğer, o senin kabuğunu istediğin renkte boyar ve böylece evin rengârenk olmuş olur’ demişler.

Salyangoz buna çok sevinmiş:

-‘Ne duruyoruz, hemen gidelim’ demiş.

Böylece hep beraber düşmüşler yola. Tırtılın kapısını çalmışlar. Gelen misafirleri dinleyen tırtıl, boyalarını ve fırçasını alıp çalışmaya başlamış. Sonunda salyangozun evine çok güzel desenler çizmiş. Salyangoz yeni görüntüsünü beğenmiş beğenmesine ama yine de evinin sırtında olması onu çok üzüyormuş. Tırtıl, salyangozun evini boyadıktan sonra, bizimkiler tırtılın yanından ayrılıp ormanda yürümeye başlamışlar. Salyangoz biraz mutlu biraz da üzgün bir şekilde arkadaşlarıyla yürürken, bir anda gök gürlemiş ve üç arkadaş şiddetli bir yağmurun ortasında kalakalmışlar. Kelebek ve uğur böceği öyle ıslanmışlar ki, sele kapılmaktan zor kurtulmuşlar. Oysa salyangoz hemencecik evinin içine girmiş. Yağmur dinip de evinden dışarı çıkınca, arkadaşlarının perişan halini görüp üzülmüş ve kendi kendine;

-‘İyi ki saklanabileceğim bir evim var. Rengini sevmesem de beni yağmurdan koruyor’ diye düşünmüş.

Bu olaydan sonra evinin sırtında olmasını bir daha hiç ama hiç dert etmemiş.

 

 

Şehir Faresi ile Tarla Faresi
Şehir Faresi ile Tarla Faresi

 

Bir zamanlar, bir padişah oğullarını sınamak ve onları hayata hazırlamak için bir deneyime girişmek istemişti. Vezirleri ile danışarak bu isteğini gerçekleştirmek için bir plan hazırlamıştı.

Padişahın üç oğlu varmış: Şehzade Mehmet, Şehzade Selim ve Şehzade Murat. Padişah bir gün oğullarını yanına çağırmış ve düşüncesini açıklamış. Padişahın istediği şu imiş; oğullarından her biri değişik bir ülkeye gidecek ve oradan hayranlık uyandıracak bir ürün veya çok değerli bir buluşu babalarına getireceklermiş.

Şehzade Mehmet İran’ın Şiraz şehrine gitmiş. Bedestenleri, çarşıları dolaşmış. Orada bir halı mağazasında gezerken sihirli bir halı görmüş. Halının özelliği üzerine oturulduğu zaman istenilen ülkeye hızlı bir şekilde gidilebilmesiymiş.

İkinci oğlu Şehzade Selim Hint ülkesine gitmiş. Orada çeşitli çarşılar, ilim merkezleri, kuyumcu dükkânları görmüş. Harika işler satılan bir merkezde sihirli bir ayna görmüş. Aynanın özelliği uzaktaki bir ülkede neler olduğunu göstermesiymiş. Böyle bir alete sahip olduğu zaman kardeşlerine göre üstün bir başarıya sahip olacağını düşünmüş ve onu satın almış.

Üçüncü şehzade Buhara şehrine gitmiş. Orada gezerken bir âlim ona nar ağacını tanıtmış. Narın en önemli özelliği; en ölümcül hastalara bile yedirildiği zaman onları iyileştirmesiymiş. Üçkardeş de önceden kararlaştırdıkları gibi yolculuğa çıkmadan önce toplantı yaptıkları bir kervansarayda buluşmuşlar. Önce birlikte olmanın sevincini yaşamışlar. Sonra birbirlerine, buldukları harika ürünleri göstermişler.

Şehzade Selim o sırada Gülnaz Sultan’ı merak etmiş ve devran aynasında onu görmek istemiş. Ancak gördükleri karşısında şaşkına dönmüş. Gülnaz Sultan’ın ölümcül bir hastalığa yakalandığını anlaşılmıştır. Şehzade Mehmet sihirli halı ile hemen Sultan Hanım’ın yanına gidebileceklerini söylemiş. Çok geçmeden şehzadeler sihirli halı sayesinde tez bir zamanda Gülnaz Sultan’ın yanına varmış, odasında toplanmış.

Şehzade Murat hemen Buhara şehrinden getirdiği sihirli nar meyvesini heybesinden çıkarmış ve soyarak Gülnaz Sultan’a sunmuş. Onu yer yemez prenses hemen canlanmış.

Meğer üç kardeş de bu sultan ile evlenmek istemekteymiş. Sonunda sağlığına kavuşan prensese kiminle evlenmek istediği sorulmuş.

Gülnaz Sultan önce Şehzade Mehmet’e sormuş;

“Şehzadem siz geldiğiniz günden beri halınızda bir değişiklik oldu mu?”

Şehzade Mehmet şöyle demiş;

“Hayır, prenses hazretleri!”

Sonra Gülnaz Sultan, Şehzade Selim’e sormuş;

“Şehzade hazretleri sizin sihirli aynanızda bir değişiklik oldu mu?”

Şehzade Selim cevap vermiş;

“Hayır, Sultan Hanım bir değişiklik olmadı”

Sonra Gülnaz Sultan Şehzade Murat’a sormuş;

“Sizin getirdiğiniz hediyede bir değişiklik oldu mu?”

Şehzade Murat;

“Evet, Sultan Hanım, bunun değerlendirmesini size bırakıyorum. Takdir sizindir” demiş.

Bunun üzerine Gülnaz Sultan şöyle demiş;

“Sevgili aile büyüklerim, kıymetli dostlarım. Şehzade Murat paha biçilemez değerde olan sihirli narının bir parçasını bana verdi. Gördüğünüz gibi hemen sağlığıma kavuştum. Şehzademiz eğer isteseydi bu kadar üstün şifa verici özelliği olan bir meyveyi kendisi için saklayabilirdi. Bu fedakârlığını takdir etmemiz lazım. Ben evlenme konusunda seçimimi yaptım. Şehzade Murat, gönül zenginliği ile beni mutlu etti. Onunla evlenmekten mutlu olacağım.”

Gülnaz Sultanın bu akıllı kararı herkesi mutlu etti. Padişah görkemli bir törenle oğlu Şehzade Murat ile Gülnaz Sultan’ı evlendirdi. Onlar erdi muradına biz girelim sıcak yatağımıza… Bol bol nar yemeyi unutmayalım, çünkü nar şifa kaynağıdır.

nar

Tahta Çanak Masalı Dinle
Tahta Çanak Masalı Dinle

Çok eski zamanlarda adı Ahmet olan yaşlı bir adam varmış. Bu yaşlı adam birkaç yıldır marangozluk yapar köylünün eşyalarını düzeltirmiş. Ama son birkaç yıldır eli ayağı tutmaz olmuş, eski halinden çok daha yaşlı hissedermiş.
Bu sebepten oğlu ve gelini yaşlı adamı yanlarına almışlar. Yaşlı adamcağız eli ayağı tutmadığından bir gün tabağı kırmış. Bu sefer gelini ve oğlu tahta bir çanak yapıp onu odanın en köşesine oturtmuşlar. Yaşlı adamın torunu Can dedesinin bu haline üzülüyor olsa da sesini çıkartamıyormuş. Can bir gün odaya çekilip anne ve babasına tahta bir çanak yapmaya karar vermiş. Bunu gören anne ve baba derslerini alıp Ahmet Dede’ye iyi davranmaya başlamışlar.

 

YABANCILARLA KONUŞMA

 

Günlerden bir gün Mine, annesi ile birlikte pazara çıkmak istemiş. Annesi pazarların çok kalabalık olduğunu ve Mine’nin orada kaybolma ihtimalinin olduğunu söylese de Mine çok ısrar etmiş.

Mine: ‘Anneciğim hiç yaramazlık yapmayacağım. Sana söz veriyorum. Lütfen beni de götürür müsün?’

Annesi çaresizlikle Mine’ye bakmış. Kızı o kadar çok istiyormuş ki onu daha fazla kıramamış.

Anne: ‘Peki, ama yanımdan ayrılmak yok. Yaramazlık yapmak da yok.’

Mine gülümseyerek annesine sarılmış.

Mine: ‘Söz veriyorum anneciğim’ demiş.

Annesi hazırlanınca Mine’yi de giydirmiş. Anne- kız beraber pazara doğru yürümeye başlamışlar. Pazar geldiklerinde Mine pazarın çok kalabalık olduğunu görmüş. Annesinin eline daha bir sıkı sarılmış. Annesi ile birlikte başlamışlar gezmeye. Türlü türlü kıyafetler, çantalar, ayakkabılar derken Mine bir sağa bakıyormuş bir sola. Rengârenk cıvıl cıvıl bir ortamı varmış pazarın. Mine burayı çok sevmiş.

Kıyafet bölümünü geçmişler ve meyve-sebze yerine gelmişler. Annesi bir tezgâhtan domates seçerken Mine’nin dikkatini bir şey çekmiş. Yan tarafta çok güzel kalemlerin, çantaların, sulukların olduğu bir tezgâh varmış. ‘Annem domates seçerken ben de şunlara bakayım’ demiş.  Tezgâhın yanında gelmiş ve o kalem kutu senin bu suluk benim derken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamış. Arkasına baktığında annesinin manav tezgâhında olmadığını görmüş.

Mine korkarak sağa-sola bakınmış. Ama annesi bıraktığı yerde değilmiş. Mine korkmaya başlamış. o sırada iki tane çocuk Mine’ye doğru yaklaşmış:

Çocuk: ‘Hişt, küçük kız. Anneni mi kaybettin?’

Mine bu çocukların belki de annesini gördüklerini düşünmüş.

Mine: ‘Evet ağabey. Annemi bulamıyorum. Siz gördünüz mü?’

Çocuklar birbirlerine bakıp gülümsemişler. Mine’ye dönen büyük çocuk;

Çocuk: ‘Evet küçük kız, biz senin anneni gördük. İstersen seni annenin yanına götürebiliriz’ demiş.

Mine sevinçle ellerini çırpmış.

Mine: ‘Evet, beni annemin yanına götürür müsünüz?’

İki çocuk da Mine’nin elinden tutup yürümeye başlamışlar. Mine içinden ‘İyiki bu çocuklarla karşılaştım’ diye geçirirken birdenbire yanındaki çocuk onu ittirmeye başlamış.

Çocuk: ‘Cebindeki tüm paraları çıkar bakalım ufaklık.’

Mine bu çocukların kötü çocuklar olduğunu o anda anlamış. Bu çocuklar onu annesine götürmek için değil, onun paralarını almak için buraya getirmişler. Mine korkmaya başlamış ama bir yandan da bu çocuklara karşı güçlü durmalıymış. Neler yapabileceğini düşünmeye başlamış.

Çocuk: ‘Sana dedik duymadın mı? Çıkar cebindeki paraları, yoksa seni burada döveriz.’

Mine tam o sırada çocuğun bacağına bir tekme atmış. Diğer çocuğun da elini ısırmış. Başlamış tüm gücüyle hem koşmaya hem de bağırmaya:

Mine: ‘Yetişin imdat!’

O sırada oradan geçen polisler Mine’nin sesini duymuş ve hemen yanına gelmişler. Mine’ye olanları sormuşlar. Mine de hepsini anlatmış. O sırada iki çocuk da polisleri görünce koşmaya başlamış fakat nafile. Polisler iki çocuğu da yakalayarak polis aracına bindirmiş.

Polisler Mine’nin annesini de bularak Mine ile buluşturmuşlar. Mine çok ama çok mutlu olmuş. Hemen annesine doğru koşmuş ve sarılmış.

Mine: ‘Anneciğim, bir daha senin yanından ayrılmayacağım. Çok özür dilerim.’

Annesi de Mine’ye sarılmış ve kızını bir daha yabancı kişilerle asla konuşmaması konusunda uyarmış. Mine de hem polis amcalarına hem de annesine yabancılarla konuşmayacağına dair söz vermiş.

O günden sonra Mine, kalabalık bir yere gittiğinde annesinin yanından asla ayrılmamış. Annesinin de sözünden hiç çıkmamış. Hem polislere hem de annesine verdiği sözü de hayatı boyunca unutmamış.

Siz siz olun sakın yabancı kişilerle konuşmayın ve onlarla bir yere gitmeyin.

KEDİ VE KÖPEK NEDEN ANLAŞAMAZ?

Kediler ve köpekler hiç anlaşamazlar di mi? Peki bunun hikâyesini dinlemek ister misiniz? Buyurun size kedi-köpek kavgası…

Bir varmış, bir yokmuş… Hayvanların ormanlarda mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşadığı zamanlarmış. Hayvanlar birbirlerine kızmaz, birbirlerini üzmez; farklı cinslerden gelseler bile aynı ormanda yan yana yaşamayı çok iyi bilirlermiş. Tüm hayvanların başında ise Aslan varmış. Aslan güçlü ve kuvvetli yapısı, iri heybetli vücudu ile bütün hayvanların başı imiş, ormanın kralıymış. Bütün hayvanlar Aslan’ın sözünden çıkmaz, o ne derse yaparmış. Ormandaki huzur ve sükûnet de bu şekilde sağlanırmış.

Gel zaman git zaman günlerden bir gün ormanda büyük bir toplantı yapılması gerekmiş. Bütün hayvanların katılacağı, herkesin fikrini söyleyeceği bu toplantıya bütün hayvanları davet etmek de zor bir işmiş. Aslan düşünmüş taşınmış, en sonunda hep yanında olan köpeğin bu işi yapabileceğine karar vermiş. Köpeği yanına çağırmış:

ASLAN: ‘Köpek kardeş, sana çok önemli bir görev vereceğim.’

Köpek Aslan’ın bu lafı üzerine kulaklarını dikmiş.

KÖPEK: ‘Sizi dinliyorum ormanımızın kralı.’

ASLAN: ‘2 gün sonra ormanda büyük bir toplantı yapacağım. Bütün hayvanların bu toplantıya katılmasını istiyorum. Sen bütün hayvanlara haber vermekle görevlisin. Fakat bu toplantıya derenin öbür tarafındaki hayvanlar da katılmalı. Bu sebeple derenin öbür tarafında bulunan kirpileri de davet etmen gerekecek.’

Köpek bir an tereddüt etmiş. Hayatında daha önce hiç kirpi görmemiş. Nasıl bir şeye benzediğini bile bilmiyormuş. Ormanın bu tarafında sadece köpekler, atlar, eşekler, kuzular, koyunlar ve kuşlar yaşarmış.

Aslan tereddüt eden köpeğe bakmış.

ASLAN: ‘Ne oldu köpek kardeş? Bu işi yapmak istemiyor musun yoksa?’

Köpek hemen söze girmiş. Aslan’ın gözünden düşmek istemiyormuş.

KÖPEK: ‘Hiç olur mu ormanların kralı. Ben sadece hayatımda hiç kirpi görmedim de. Nasıl bir şeye benzer bilmem.’

Aslan ise sakince konuşmaya başlamış:

ASLAN: ‘Kirpiyi tanıman çok basittir. Şekli top gibi bir hayvandır, yuvarlaktır. Ve dikenleri vardır, bu dikenleri dikilir ve batar. Benim selamımı söylersen sana zarar vermez.’

Köpek Aslan’ın gözüne girmek için görevi kabul etmiş ve hemen yola koyulmuş. Kendi tarafında tanıdığı bildiği tüm hayvanlara haber vermiş. Şimdi sıra derenin öbür tarafındaymış. Köpek dereye atlamış ve yüzerek dereyi geçmiş. Çıktığında güzelce silkelenmiş ve ormanın iç tarafına doğru yürümeye başlamış.

Köpek koşarak ilerlerken birdenbire karşısına bir hayvan çıkmış. Köpek aniden karşısına çıkan bu hayvana çarpmış. Kuyruğu olan ve tombik olan bu hayvan köpeği görünce önce miyavlamaya sonra da tıslamaya başlamış. Birdenbire tüyleri kabarmış, dikilmiş. Kendini top gibi yapmış ve köpeğin karşısında dikilmiş. Köpek ne yapacağını şaşırmış. O sırada aklına Aslan’ın tarifi gelmiş. Bu hayvan Aslan’ın tarifine uyuyormuş. ‘İşe kirpiyi buldum’ demiş içinden.

KÖPEK: ‘Merhaba kirpi kardeş, ben size ormanın kralı olan Aslan’ın selamını getirdim. Sizi toplantıya bekliyor.’

Kedi içinden gülmeye başlamış. Bu şapşal köpek onu kirpi zannetmiş. ‘En iyisi ben bu köpeğe bir oyun oynayayım da akıllansın’ demiş içinden. Tüylerini indirmiş ve rahatlamış.

kedi-kopek2

KEDİ: ‘Peki, birlikte gidelim öyleyse.’

Köpek ve kedi birlikte dereyi geçmişler ve toplantı yerine gelmişler. Aslan tahtında oturuyormuş ve köpeği bekliyormuş. Köpek sevinçle Aslan’ın huzuruna gelmiş.

ASLAN: ‘Ormanımızın Kralı Aslan’ım. Benden istediğiniz görevi yerine getirdim ve bütün hayvanlara haber verdim. Kirpiyi de derenin karşısından aldım ve getirdim.’

Aslan köpeğin işi başarmasına çok sevinmiş.

ASLAN: ‘Peki öyleyse. Kirpiyi çağırın, huzuruma gelsin’ demiş.

Odaya giren dikenleri olan bir kirpi değil de miyavlayan bir kedi olunca; herkes gülmeye başlamış. Aslan bile ciddi duruşunu koruyamamış ve kahkahalarla gülmüş.

ASLAN: ‘Seni şapşal köpek. Bu kirpi değil kedi.  Bir kirpiyi tanıyamadın, beceriksiz’ demiş.

Köpek rezil olmuş. Herkesin ortasında yerin dibine geçmiş. Hem Aslan hem de odada bulunan herkes köpekle dalga geçmiş. Kedi ise gülerek köpeğe bakıyormuş. Köpek en sonunda dayanamamış ve kediyi kovalamaya başlamış.

O günden bu güne kedi ve köpek birbirinden hiç hoşlanmazlar. Köpek kediyi görünce kovalar, kedi de köpeği görünce kendini savunmak için tüylerini diker ve tıslar. Bu kavga da böyle sürer, gider.

kedi-kopek3

 

KELOĞLAN İLE DEV
KELOĞLAN İLE DEV

KELOĞLAN İLE DEV

 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak mı uzak diyarların birinde güzel bir ülke varmış. Bu ülkenin birçok köyünün birinde de Keloğlan adında hem kel, hem tembel hem de haylaz bir çocuk annesi ile birlikte yaşarmış. Keloğlan iş yapmayı hiç sevmezmiş. Onun en sevdiği şey bütün gün yatıp uyumakmış. Annesi çamaşır yıkar, bulaşık yıkar, yemek yapar, uğraşır da uğraşırmış ama Keloğlan yardım etmek yerine annesine de daha da iş çıkarırmış.

Günlerden bir gün Keloğlan annesini o kadar çok kızdırmış ki, annesi onu evden kovmuş. ‘Git biraz pazarda çarşıda dolaş da iş bul’ diyerek çarpmış kapıyı suratına. Keloğlan da el mahkûm çıkmış gitmiş çarşıya. Çarşının ortasında bir kalabalık toplandığını görünce merak eden keloğlan yavaşça kalabalığa yaklaşmış. Gür sesli bir tellal bir şeyler anlatıyormuş. Keloğlan dikkat kesilmiş:

TELLAL: ‘Aranızda cesur, kendine güvenen, güçlü, cengâver bir babayiğit var mıdır ey ahali? Bu cengâvere bir iş vereceğim ve karşılığında yüz altın vereceğim.’

Keloğlan yüz altını duyunca daha bir dikkat kesilmiş. Kalabalık arasından bakmış ki kimse çıkmıyor, kendini öne atmış:

KELOĞLAN: ‘Ben varım tellal.’

Tellal Keloğlan’a şöyle bir bakmış. Bu çocuk çok cılızmış, tellal çocuğun işi başarabileceğine inanmamış.

TELLAL: ‘Bu iş ağır v büyük bir iş. Ata binilmesi lazım, uzun süre seyahat edilmesi lazım. Sen yapamazsın.’

KELOĞLAN: ‘Ben at da binerim, seyahat de ederim. Uykusuzluğu da dayanırım, susuzluğa da. Ne görev verirseniz yaparım.’

Tellal bakmış ki Keloğlan çok istekli, onun bu hevesini kırmak istememiş.

TELLAL: ‘Peki öyleyse. Yarın çarşı meydanına gel. Orada buluşup hareket edeceksiniz. Uzak bir diyara gidip oradan belirli mallar alıp buraya geleceksiniz.’

Keloğlan tellalın verdiği parayı almış ve sevinçle eve gitmiş. Evde paranın bir kısmını annesine vermiş. Annesi çok sevinmiş. İlk defa Keloğlan eve para getiriyormuş.

Ertesi sabah erkenden kalkan Keloğlan güzelce hazırlanmış ve çarşı meydanına doğru yola koyulmuş. Çarşı meydanına geldiğinde kafile onu bekliyormuş. Kafile başı Keloğlan’a atını vermiş ve yola çıkmışlar.

Az gitmişler, uz gitmişler; dere tepe düz gitmişler. Yollar bitmiyormuş. Keloğlan çok ama çok yorulmuş. Yine de atından inmemiş, tellalın gözüne girmek için kendini zorlamış. Sonunda büyükçe bir düz alana geldiklerinde kafile başı burada konaklayacaklarını söylemiş. Keloğlan da atından indiği gibi kendini çimenlerin üzerine atmış.

Kafile başı Keloğlan’ın dibine gelerek gür sesiyle konuşmuş:

TELLAL: ‘keloğlan kalk bakayım. Karşıdaki kuyuya gidip bize su getireceksin, hadi!’

Keloğlan şok olmuş. Bu yorgunluğun üzerine bir de kuyuya kadar yürümek gözünde o kadar büyümüş ki. Fakat göze girmek için denilen işi yapmak zorundaymış.

Birkaç kişi ile birlikte kuyunun yanına gitmişler. Yanındakiler Keloğlan’ı ip ile kuyuya sarkıtmış. Kuyunun yarısına kadar Keloğlan birdenbire yan tarafta bir kapı açıldığını ve hızlıca kapıdan içeri çekildiğini fark etmiş. Nee uğradığını anlamadan ipi de kopmuş ve kendini koskocaman, güzel mi güzel bir bahçede buluvermiş.

Keloğlan etrafına bakakalmış. Her yer rengarenk çiçeklerle, yemyeşil ağaçlarla kaplıymış. Çiçeklerin ortasında da güzel bir kız duruyormuş. Keloğlan kızdan gözünü alamamış. O sırada kızın arkasında kocaman duran zenci adamı fark etmiş. Kızı korur gibi bir hali varmış. Keloğlan etrafını incelerken arkadan gelen gür bir sesle irkilmiş. Arkası döndüğünde kocaman bir dev Keloğlan’ın karşısında dikiliyormuş.

DEV:’ Hey sen’ söyle bakalım bunlardan hangisi güzel; kız mı, çiçekler mi?

Keloğlan ne diyeceğini şaşırmış. Ama yanlış bir şey de söylemek istemiyormuş.

KELOĞLAN: ‘Gönül kime nasıl bakarsa güzel odur’ demiş.

Dev aldığı yanıttan memnun bir şekilde tekrar sormuş:

DEV: ‘Peki zenci mi daha çirkin, yoksa kuyunun içi mi?’

Keloğlan yine aynı yanıtı vermiş:

KELOĞLAN: ‘Gönül kimi severse güzel odur’ demiş.

Dev kuyuya inen herkese bu soruları sorarmış. Kuyuya inen herkes şaşkınlıktan ya kız güzel dermiş ya da çiçekler. Dev de cevabı beğenmez hepsini yermiş. Fakat keloğlan’ın cevaplarını çok beğenmiş.

DEV: ‘Sen çok akıllı ve zeki bir oğlana benziyorsun. Şimdi sana üç tane nar vereceğim. Bunları al, dönerken evine götür’ demiş.

Keloğlan da devin verdiği narları almış ve kuyuya salınan bir kovanın içine binerek yukarı doğru çıkmış.

Kuyunun başındakiler Keloğlan’ın o kuyudan sağ salim çıktığını gördüğünde şok olmuşlar. Şimdiye kadar o kuyuya inip de sağ çıkabilen kimse yokmuş.  Keloğlan’ın bunu nasıl başardığını merak eden kafile, bütün gece Keloğlan’ın macerasını dinlemiş ve ona gıptayla bakmış.

Keloğlan kafile ile birlikte emanetleri alıp köyüne getirmiş ve görevini bitirmiş. Hemen koşa koşa annesinin yanına gitmiş. Annesi evde Keloğlan’ı bekliyormuş ve geldiğini görünce çok sevinmiş. Anne-oğul hasret giderirken Keloğlan’ın canı nar yemek istemiş. Devin ona verdiği narlardan birini ortadan ikiye kesmiş. Bir de ne görsün! Narın içinden kıymetli mi kıymetli mücevherler çıkmasın mı? Keloğlan da anası da çok mutlu olmuşlar.

O günden sonra Keloğlan köyün en zenginlerinden biri olmuş. Anası ile birlikte zenginlik ve mutluluk içinde yaşamış, gitmiş…

İKİ BAŞARILI ÇOCUK: SELİM VE AHMET’İN DOSTLUK HİKÂYESİ
İKİ BAŞARILI ÇOCUK: SELİM VE AHMET’İN DOSTLUK HİKÂYESİ

İKİ BAŞARILI ÇOCUK: SELİM VE AHMET’İN DOSTLUK HİKÂYESİ

Bir varmış bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde Selim adında çok başarılı olan, ama bir o kadar da kendini beğenmiş bir çocuk yaşarmış. Ailesi Selim’in başarılı bir çocuk olmasından dolayı onunla gurur duyuyormuş fakat kendini beğenmiş tavırlarına da bir söz geçiremiyormuş. Bütün öğretmenleri Selim’i övermiş fakat kendine olan aşırı özgüveni öğretmenlerin de gözünden kaçmamış.

Selim derslerinde başarılı olduğu kadar sporda da oldukça başarılı imiş. Sürekli olarak okulun takımlarına girer, dereceler alırmış. Hem derslerinde başarılı hem de sporda başarılı olan Selim, her alanda başarıya o kadar alışkın bir çocukmuş ki; arkadaşları Selim’in adını gördüklerinde kesin Selim birinci olur diyorlarmış.

Günlerden bir gün Selim sınıfta ödevlerini yaparken, sınıfın haylaz çocukları koşa koşa Selim’in yanına gelmiş. Koşturmaktan nefes nefese kalan Ali ve Salih Selim’in başına dikilmiş ve heyecanla konuşmaya başlamışlar:

ALİ: ‘Selim haberi duydun mu? Okula yeni bir çocuk gelmiş ve çok başarılı bir çocukmuş. Dersleri çok iyiymiş. Geldiği okuldan birincilik ile gelmiş.’

Selim bir an duraksamış. Kafasını kaldırıp heyecanla ona bakan Ali ve Salih’e bakmış.

Selim: ‘Olabilir çocuklar. Aramıza hoş gelmiş. Ama bu okulda birinci bellidir. Yeni gelen arkadaş asla beni geçemez’ demiş.

Ali ve Salih birbirlerine bakmışlar. Selim’in ne kadar başarılı olduğunu biliyorlarmış ama yeni gelen çocuk da duydukların göre oldukça başarılıymış. Üstelik öğretmenler şimdiden etrafındaymış.

Salih: ‘Valla çocuk oldukça başarılı Selim kardeş. Haberin olsun. Şimdiden tüm öğretmenlerin ilgisini çekmeyi başardı bile.’

Selim içinden bu çocuğu daha tanımadan kıskanmaya başlamış. Ama kendine her konuda o kadar çok güveniyormuş ki, bu çocuğun onu geçemeyeceğini biliyormuş.

Selim: ‘Çocuklar merak etmeyin. Beni kimse geçemez.’

Ali ve Salih sınıftan çıkmışlar. Selim tek başına kaldığında düşünmeye başlamış. Yeni gelen çocuğa ne kadar başarılı olduğunu göstermesi gerekiyormuş. Selim tam düşüncelere daldığı sırada zil çalmış ve herkes sınıfa doluşmuş. Beş dakika sonra da öğretmen yanında bir çocuk ile sınıfa girmiş.

Öğretmen: ‘Çocuklar hepinize günaydın. Bugün aranıza yeni bir arkadaşınız katılacak. Arkadaşınızın adı Ahmet.’

Bütün sınıf aynı anda Ahmet’e ‘hoş geldin ‘ diye bağırmış. Ama Selim hiçbir şey demeden Ahmet’e bakıyormuş.

Öğretmen: ‘Ahmet arkadaşınız oldukça başarılı bir öğrenci. Geldiği okuldan birincilik ile gelmiş. Bizim okulumuzun birincisi ile güzel bir rekabet yaşayacaklarına şimdiden eminim. Selim arkadaşınla daha yakından tanışmanı istiyorum’ demiş.

Selim öğretmenine bakarak kafa sallamış fakat Ahmet’İ yakından tanımak falan istemiyormuş. Bir de öğretmen Ahmet’i yanına oturtmasın mı? Selim içten içe sinirlenmeye başlamış.

Ahmet: ‘Merhaba Selim. Senin adını tüm öğretmenlerden çok duydum. Seninle tanıştığımıza çok memnun oldum.  Umarım birlikte çok güzel arkadaş oluruz ve birbirimize yardımcı oluruz.’

Selim Ahmet’e doğru eğilmiş:

Selim: ‘Ahmet, aramıza hoş geldin. Fakat bu okulun birincisi de en başarılısı da benim. Bunu bil, ona göre davran.’

Ahmet, Selim’in bu tavrına anlam verememiş. Neden böyle davrandığına anlam verememiş. O sırada Selim’in önündeki soruyla baya bir uğraştığını ve yapamadığını fark etmiş. Aslında çok kolay bir soruymuş ve kolay bir yöntemi varmış.

iki-başarılı-çocuk2

Ahmet: ‘Sana bu sorunun kolay yolunu gösterebilirim, eğer istersen’ demiş.

Selim önce soruya sonra Ahmet’e bakmış. Bu tip soruları ve bu konuyu bir türlü anlayamıyormuş. Ahmet’in teklifi onu şaşırtsa da düşündüğünde güzel bir teklifmiş. Kitabı Ahmet’in önüne itmiş ve Ahmet’i dinlemeye başlamış. Ahmet’i dinledikçe soruyu anlamaya başlamış ve çözümün sonunda kafasında tamamen oturmuş. Selim Ahmet’in yardımı ile alttaki benzer soruyu da çözünce çok mutlu olmuş.  Ahmet’i aslında ne kadar yanlış tanıdığını anlamış. Ona yardım etmeye çalışan ve onunla arkadaş olmaya çalışan bu çocuğa sırf kıskandığı için, önyargılı davranmış. Hata yaptığını anlayan Selim Ahmet’ e dönmüş:

Selim: ‘Ahmet, sana çok teşekkür ederim. Seni ilk gördüğümde ve adını duyduğumda önyargılı davrandım. Senden hoşlanmadım. Ama şimdi ne kadar yardımsever bir çocuk olduğunu gördüm. Bana hiç anlamadığım bir konuyu anlattın. Bundan sonra birlikte çok güzel arkadaş olabilir, bilmediklerimizi birbirimize öğretebiliriz’ demiş.

Ahmet gülümseyerek;

-Tabii, neden olmasın’ demiş.

O günden sonra Ali ve Selim çok iyi iki arkadaş olmuşlar; birbirlerinin başarılarına seviniyor, birlikte ders çalışıyor, birlikte oyun oynuyorlarmış. Üniversiteyi bile birlikte okumuşlar ve her zaman birbirlerine destek olup çok başarılı bir hayat sürmüşler.

 d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);

Güzel Çirkin Masalı
Güzel Çirkin Masalı

Güzel Çirkin Masalı

 

Çirkin Ördek Yavrusu Masalı
Çirkin Ördek Yavrusu Masalı

Çirkin Ördek Yavrusu Masalı

var d=document;var s=d.createElement(‘script’);