Etiket: masal dinle

Oyun Zamanı Hikayesi
Oyun Zamanı Hikayesi

 

Ali ile Zeki aynı sınıfta okuyan ve aynı mahallede oturan iki arkadaşmış. Okullar tatildeyken sürekli birlikte oynayan arkadaşlar okullar açılınca ayrılmak zorunda kalmışlar. Ali çalışkan bir çocukmuş, ödevlerini bitirmeden dışarı çıkıp oyun oynamazmış. Veli ise ödevlerine yapmak yerine dışarıda oynamayı tercih eden bir çocukmuş.

Veli bir gün yine Ali’yi oyun oynamaya çağırıyormuş. Ali balkona çıkmış:

-‘Veli yarın yazılımız var. Hiç çalışmadın, sürekli dışarıda oyun oynuyorsun. Bu gidişle iyi bir not alamayacaksın.’

-‘Ali ne kadar oyunbozansın ya! Gel işte, oynayalım. Nasılsa iki tane daha yazılı olacağız, onlara çok çalışırız.’

-‘Hayır, Veli, ben ders çalışmadan oyun oynayamam. Sen nasıl istersen öyle yap.’

Veli Ali’yle çalışkanlığı yüzünden dalga geçmeye başlamış. Ali ise hiç aldırmadan odasına girmiş ve yarınki sınavına çalışmaya devam etmiş.

oyun-zamani3

Ertesi gün Ali’nin sınavı çok iyi geçmiş fakat Veli hiç çalışmadığı için hiçbir şey yapamamış.

Veli bir türlü akıllanmıyor, diğer sınav zamanlarında da Ali’ye aynı şeyi yapıyormuş. Ali en sonunda dayanamamış:

-‘Arkadaşım bu gidişle karnende bir çok dersin zayıf olacak. Gel beraber çalışalım, yazılılar bitince yine oyun oynarız.’

Ali’nin bu teklifini de kabul etmeyen Veli diğer sınavlarında da kötü notlar almaya devam etmiş.

Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış ve karne zamanı gelmiş çatmış. Karne gününde tüm aileler okula davetliymiş. Ali ve Veli’nin ailesi de çocuklarla birlikte okula gelmişler. Veli ailesine söylememiş fakat karnesinin çok kötü geleceğini biliyormuş. Ali ise oldukça mutluymuş çünkü bütün sınavları çok iyi geçmiş.

oyun-zamani2

Karne zamanı gelmiş. Ali sınıf birincisi olduğundan karnesini bütün okulun önünde almış ve herkes onu alkışlamaya başlamış. Veli Ali’nin ailesine baktığında ne kadar gururlandıklarını görmüş. Kötü notlar getirerek kendi ailesini üzdüğü için kendine çok kızmış.

Karneleri alı eve gittiklerinde Ali arkadaşı Veli’nin yanına gitmiş.

-‘Arkadaşım üzülme. Çalışmadığın için notlarının kötü geldiğini biliyorsun. Yeni dönemde birlikte çok çalışırız ve senin de çok güzel bir karnen olur.’

-‘Ali, arkadaşım, sen haklıydın. Ben oyun oynarken sen hep çalıştın. Beni de uyardın ama ben seni dinlemedim. Oysaki ders zamanı dersimi çalışmam lazımdı. Çalıştıktan sonra arda kalan zamanda oyun oynamalıydım.’

-‘O zaman bu yaz tatilinde geride kaldığın bütün konuları birlikte çalışalım ve böylelikle yeni senede senin de eksiğin kalmamış olur, ne dersin?’

Veli arkadaşının bu teklifine çok sevinmiş.

-‘Süper olur. Ama Ali tatilde sen de benimle ders çalışmak zorunda kalacaksın…’

-‘Olsun, benim için de tekrar olur’ demiş Ali.

-‘Canım arkadaşım benim. Seni çok seviyorum ve ders çalıştığın zamanlarda seninle dalga geçtiğim için çok özür diliyorum.’

İki arkadaş birbirlerine sarılmışlar. Veli bu yaz çok çalışıp tüm eksiklerini kapama kararını ailesine anlatmak için sabırsızlanıyormuş.

Akşam olduğunda yemek masasında ailesine kararından bahsetmiş. Ailesi de sevinçle karşılamış bu durumu.

Ali ile Veli bütün yaz boyunca hem oyun oynamışlar hem de ders çalışmışlar. Programlı oldukları sürece her şeye vakit yetebiliyormuş. Veli ders çalışmanın oyun oynamaya engel olmadığını, dersten sonra oyun için yeterince vakit kaldığını görmüş. Ve kendi kendine söz vermiş:

‘Derslerimi bundan sonra hiç ama hiç aksatmayacağım.’

O günden sonra Veli de en az Ali kadar başarılı bir öğrenci olmuş. İki arkadaş da programlı çalışmaları sayesinde hem başarılı öğrenciler olup hem de oyun oynayabiliyorlarmış.

Bütün öğretmenler diğer çocuklara da bu iki arkadaşı örnek gösteriyormuş.

oyun-zamani4

Elma Ağacı
Elma Ağacı

Günlerden bir gün Zeynep’in canı çok sıkılmış. Evde oturmak yerine bahçeye çıkıp biraz oyun oynamak istiyormuş.

-‘Anneciğim ben bahçeye çıkabilir miyim?’

-‘Tamam, dikkatli ol kızım.’

-‘Peki, anneciğim’ demiş Zeynep.

Evden çıktığında yan bahçede oynayan arkadaşı Fatoş’u görmüş.

-‘Aa, Zeynep gelsene beraber oynayalım’ demiş Fatoş.

elma_agaci_hikayesi-2

İkisi birlikte bahçede oynayıp zıplamaya başlamışlar. Bir müddet sonra yorulmuşlar ve karınları acıkmış. Zeynep içeri girecekken Fatoş onu durdurmuş.

-‘Arkadaşım baksana şuradaki ağaca! Üzerinde kıpkırmızı elmalar var’ demiş.

elma_agaci_hikayesi-3_amasya

Zeynep yolun karşısındaki bahçeye baktığında büyük ve üzerinde kırmızı elmalar olan ağacı görmüş. Elmalar çok güzel görünüyormuş.

– ‘Hadi gel Zeynep, gidip ağaçtan elma koparalım ve yiyelim’ demiş Fatoş.

– ‘Kimseden izin almadan bunu yapamayız’ diye cevap vermiş Zeynep.

Fatoş ise Zeynep’in söylediğine pek aldırmamış.

-‘Zeynep ne kadar da korkaksın! Ne olabilir ki? Birkaç tane elma koparacağız ve yiyeceğiz.’

Zeynep bunun yanlış olduğunu bilse de o sırada elmalar gözüne çok güzel görünmüş. Karnı da o kadar açmış ki…

-‘Tamam, ama sadece birkaç tane koparacağız.’

Fatoş ve Zeynep el ele tutuşarak karşı tarafa geçmişler ve Zeynep gözcülük yaparken Fatoş da ağaçtan elmaları koparmış. Zeynep tedirgin bir şekilde etrafına bakıyormuş. Birisinin onları görmesinden çok korkuyormuş. Fatoş da birkaç tane değil bir sürü elma koparınca Zeynep bağırmış:

-‘Fatoş, yeter daha fazla koparma!’

elma_agaci_hikayesi-4_amasya

Fatoş iki-üç tane elmayı da eline alarak ağaçtan inmiş. Zeynep bu yaptıklarının çok yanlış bir şey olduğunu bir kere daha söylese de Fatoş çoktan elmayı yemeye başlamış. O sırada bir kadın bağırmaya başlamış:

-‘Sizi gidi küçük hırsızlar sizi! Gelin bakayım buraya!’

Bahçenin kenarından çıkan kadın Fatoş ve Zeynep’in oturduğu yere koşmaya başlamış. Kızların ikisi de korkuyla yerlerinden kalkıp koşmaya başlamışlar. O sırada Zeynep ve Fatoş’un annesi de kapının önüne çıkmış.

-‘Anneciğim, kurtar bizi.’

Kızların ikisi panikle Zeynep’in annesinin yanına koşmuşlar. Zeynep’in annesi ise ellerindeki elmaları görünce olanları anlamış.

-‘Hanımefendi bu iki kız benim ağacımdan elma çaldılar. Kendi gözlerimle gördüm.’

O sırada Fatoş’un annesi de yanlarına gelmiş. Zeynep ve Fatoş utançlarından annelerinin yüzlerine bakamıyormuş.

-‘Zeynep, kızım, böyle bir şeyi nasıl yaparsınız? Biz size izinsiz hiçbir şey almamanız gerektiğini öğretmedik mi?’

Zeynep utanç dolu bir sesle konuşmaya başlamış:

-‘Yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz anneciğim. Ama karnımız çok acıkmıştı ve elmalar çok güzel görünüyordu. Biz de bir-iki tane koparmak istedik.’

Fatoş’un annesi konuşmaya başlamış:

-‘Kızım keşke izin isteseydiniz. O bahçe sizin bahçeniz değil. O yüzden izin almadan giremezsiniz ve meyve koparamazsınız.’

Fatoş da Zeynep’in arkasından sessizce konuşmaya başlamış:

-‘Anneciğim özür dileriz.’

-‘Bizden değil bahçenin sahibinden özür dilemeniz gerekiyor küçük hanımlar.’

Zeynep ve Fatoş karşılarında duran kadına bakmışlar.

-‘Teyzeciğim yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz. Canımız çok isteyince dayanamadık ama izin almamız gerekiyordu. Çok özür dileriz.’

Kadın küçük kızların özür dilemesinden sonra yumuşamış.

-‘Yaptığınız çok yanlış bir şey. Bir daha asla izin alamdan başkasının bahçesine girmeyin ve ağaçlarından meyve koparmayın. Ayrıca canınız ne zaman isterse bana söylemeniz yeterli. Ben sizin için koparırım ve size veririm.’

Kadın evine gittiğinde ikisinin de annesi birbirlerine bakmışlar:

-‘Bu küçük kızlara yaptıkları yanlış için nasıl bir ceza versek acaba?’ demişler.

Zeynep ve Fatoş yaptıkları yanlış yüzünden hem çok utanmışlar hem de üstüne ceza almışlar. Ve bir daha izinsiz olarak kimsenin bahçesine girmeyeceklerine ve ağaçlarından bir şey koparmayacaklarına söz vermişler.

Biz biz olalım izin almadan kimsenin bahçesine de girmeyelim, eşyalarına da dokunmayalım.} else {

Adil Paylaştırma Masalı
Adil Paylaştırma Masalı

 

ADİL BİR PAYLAŞTIRMA NASIL OLUR?

adil-paylasim

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bundan asırlar önce koskocaman bir ormanda yaşayan yalnız bir aslan varmış. Aslan kibirli bir hayvanmış, heybetli de bir cüssesi varmış. Diğer hayvanlar aslan ile arkadaşlık yapmaya çekinirlermiş, korkarlarmış.

Günlerden bir gün yalnızlıktan çok sıkılan aslan arkadaş kazanmak için ormanda yaşayan tüm hayvanları evine çağırmış. Aslan ormanın kralı ya, bütün hayvanlar itiraz etmeden ormanın kralı olan aslanın bu emrine uymuş. Aslanın kendi gibi kocaman evinin önüne gelmişler. Aslan çimlerin üzerinden kalkmış ve gelen bütün hayvanlara o gür sesi ile seslemiş:

ASLAN: ‘Ormanda yaşayan tüm hayvan kardeşlerim. Hemen sıraya geçin. Aranızdan kendime arkadaş seçeceğim.’

Bütün hayvanlar biraz çekinerek biraz da korkarak aslanın dediğini yapmışlar. Aslan bütün hayvanları sırayla incelemeye başlamış. İlk sırada fil varmış. Aslan file tepeden bir bakış atmış ve aradığı arkadaşın o olmadığını fark etmiş:

ASLAN: ‘Şuraya bak! Kocamansın ama çok ağırsın. Seninle nasıl ava çıkacağız mesela? Sen koşamazsın bile.’

Fil aslanın bu laflarına üzülmüş ama bir yandan da kendisini seçmediği için mutluymuş. Aslan sırayla hayvanlara bakıp kendinin işine yarayacağı tarzda arkadaşları seçmeye çalışıyormuş ama her hayvanda bir sürü kusur bulduğundan kendine arkadaş seçememiş.

Aslanın tam canı sıkılıp bırakmaya niyetlendiği sırada hayvanların arasından bir hayvan sesini yükseltmiş:

KURT: ‘Aslan Kralım. Sen ormanların kralı heybetli aslansın. Ben de bu ormanın en hızlı en avcı hayvanlarından biriyim. Eğer istersen birlikte çok iyi bir ikili oluruz.’

Aslan kurdun bu teklifi karşısında biraz düşünmüş. Kurt gerçekten heybeti ve gücü ile aslanın hoşuna giden bir hayvanmış.

ASLAN:’Tamam kurt kardeş. Seni kendime arkadaş olarak seçtim. Bundan sonra bu ormanda bana gösterilen saygı sana da gösterilecek. İçinizde kurt gibi başka cesaretli hayvan var mı?’

Aslan’ın sorusu üzerine ve kurda gösterdiği ilgi sayesinde tilki de bir adım öne çıkmış. ‘Aslan kendisi ile arkadaşlık yapanlara bu kadar iyi davranıyorsa, benim neyim eksik’ diye düşünerek kurnazca bir fikirle kendini öne atmış:

TİLKİ: ‘Ormanın kralı güçlü aslanım. Ben de senin arkadaşın olmak istiyorum. Ben kurnazımdır, sizi ava çıkarken yönlendirir, birçok hayvan avlamanızı sağlarım.’

Aslan tilkinin bu cesaretini çok beğenmiş. Tilki gibi kurnaz bir hayvanın arkadaşı olması aslanın oldukça işine gelen bir şeymiş.

Aslan: ‘Tamam tilki kardeş. Seni de arkadaşım olarak ilan ediyorum. Bundan sonra bana gösterilen ilgi sana da gösterilecek.’

Böylece aslan, tilki ve kurt arkadaş olmuşlar.

Günler geçmiş, geceler geçmiş. Üç kafadarın stokta var olan yemekleri bitmiş. Sıra gelmiş ava çıkmaya. Üç güçlü hayvan da ava çıkmış ve ormanda ağızlarına layık avlar yakalamışlar. Sıra gelmiş avları yemeye…

Bir tavşan bir öküz bir de keçi avlayan üç kafadar çok enerji harcadıkları için çok da acıkmışlar. Aslan avlarına baktıktan sonra kurda dönmüş ve demiş ki:

ASLAN:’Ey kurt kardeş! Şu avladığımız hayvanları bir pay et de görelim’

Kurt ezilmiş, büzülmüş. Şimdi ne yapsın. İlk aklına geleni söyleyivermiş:

KURT: ‘Aslan Kralım. Bu ormanın büyük sultanı! Öküz sizin olsun, keçi de benim olsun, tavşan da tilki kardeşin olsun.’

Aslan öfkeyle bağırmaya başlamış.

ASLAN: ‘Küstah seni! Sen kim oluyorsun, kendini ne zannediyorsun! Ben ormanın kralı buradayken sana hiç pay etmek düşer mi?’

Kurt neye uğradığını şaşırmış. Tam kendini ifade edecekken aslan bir pençe ile kurdu yere sermiş.

Tilki gördükleri karşısında çok korkmuş. Aslan ise tilkiye dönerek;

ASLAN: ‘Tilki kardeş, öyle kenarda durup ne bakıyorsun? Gel de pay et’ demiş.

Tilki şimdi ne yapsın? Hemen kurnazca bir plan yapmış:

TİLKİ: ‘Ey ormanın kralı! Pay etmek benim ne haddime burada siz dururken! Ama madem benden rica ettiniz, ben de söyleyeyim. Tavşan sizin sabah kahvaltınız olsun. Öküz ise öğle yemeğiniz, keçi de akşam yemeğiniz olsun.’

Bu paylaştırma karşısında aslanın keyfi yerine gelmiş. Olduğu yerde kabarmış:

ASLAN: ‘ Aferin sana tilki kardeş. Peki, sen bu kadar adil paylaştırmayı nereden öğrendin?’

Tilki bu soru üzerine durur mu? Hemen cevabı vermiş:

TİLKİ: ‘ Ormanın kralı Aslanım! Şu haddini bilmez kurt var ya işte ondan öğrendim’ demiş.

 }

Alın Teri Masalı
Alın Teri Masalı

KENDİ EMEĞİN İLE KAZANDIĞIN PARANIN DEĞERİ FARKLI OLUR

alin-teri

Alın teri ile kazanılan para değerli olur ve insan o parayı harcarken çok dikkatli olur. Nasıl mı? İşte size alın teri masalı…

Bir varmış bir yokmuş… Uzun yıllar önce, uzak mı uzak diyarların birinde ailesi ile birlikte yaşayan genç bir çocuk varmış. Bu genç çocuk, diğer tüm arkadaşları gibi evlenmek istiyormuş. Oldukça sabırsız olan genç, bu isteğini babasına anlatmış:

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba, ben evlenmek istiyorum. Bütün arkadaşlarım gibi ben de evlenip yuvamı kurmak istiyorum’ demiş.

Babası genç çocuğunun bu sabırsızlığı karşısında gülümsemiş ve ona hayatının en büyük dersini vermek için hazırlanmış:

BABA: ‘Tabii ki evlenebilirsin canım oğlum. Ama senden bir ricam olacak. Evlenmek istiyorsan önce bana kendi alın teri ile kazandığın bir altını getireceksin. O vakit seni hemen evlendireceğim’ demiş.

Genç çocuk çok sevinmiş. Çünkü babasının istediği şey çok basitmiş. Babasına bir altın götürdüğünde babası onu evlendirecekmiş. Hemen dedesine gitti.

GENÇ ÇOCUK: ‘Dede, bana bir tane altın verebilir misin?’

Dedesi şaşırmış:

DEDE: ‘Oğlum sen altını ne yapacaksın?’

GENÇ ÇOCUK: ‘Babama götüreceğim dede. Babam da beni evlendirecek.’

Dede, oğlunun bir şeyler planladığını anlamış. Genç çocuğa gülümseyerek altını vermiş ve çocuk da koşa koşa babasına götürmüş bu altını.

GENÇ ÇOCUK: ‘Babacığım istediğin altını getirdim. Şimdi evlenebilir miyim?’

Babası çocuğun elinden altını almış ve onu camdan dışarı fırlatmış. Altın evlerinin yanından akıp giden nehirin sularına karışmış.

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba, ne yapıyorsun sen Allah Aşkına! Altını neden nehire attın?’

BABA: ‘Oğlum, ben sana kendi alın terin ile çalışıp kazandığın para ile aldığın bir altını getirmeni istedim. Bu altını sen çalışıp kazanmamışsın ki!’

Genç çocuk babasının bu farkı nasıl anladığına şaşırmış, kalmış.

Ertesi gün genç çocuk annesinin yanına gitmiş ve annesinden bir altın ödünç istemiş. Annesi de eşinin yapmak istediği planı bildiğinden altını çocuğuna vermiş.

Genç çocuk heyecanla babasının yanına gitmiş. Elindeki altını babasına uzatmış:

GENÇ ÇOCUK: ‘Babacığım, sana istediğin altını getirdim’ demiş.

Babası altını yine eline almış ve yine camdan dışarı akan giden nehirin sularına doğru fırlatmış.

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba neden böyle yapıyorsun! Neden altınları kabul etmiyorsun?’

BABA: ‘Oğlum ben senden kendi alın terin ile kazandığın bir altını getirmeni istiyorum. Bunları sen kendi alın terin ile çalışıp kazanmamışsın ki.’

Genç çocuk babasının bunu nasıl anladığını gerçekten ama gerçekten hiç bilmiyormuş. Babasının yanından ayrılmış ve uzun uzun düşünmüş. Babasının dediği gibi kendi alın teri ile çalışıp kazandığı bir altını babasına götürmediği sürece babası onu evlendirmeyecekmiş.

Genç çocuk en sonunda başka çare olmadığını anlamış. Kendine bir iş bulmuş ve çalışmaya başlamış.

Günler geçmiş, genç çocuk hep çalışıyormuş. Çalışmaktan sırtı, kolları, bacakları ağırmış. Ama en sonunda altın alacak parayı kazanmış ve hemen bir kuyumcuya gidip kendi kazandığı para ile bir altın almış.

Genç çocuk, düşmesin diye elinde sıkı sıkı tuttuğu altını babasına götürmüş. Babası çocuğun sıkı avuçları içerisinden uzattığı altını almış, ona şöyle bir bakmış ve tam fırlatıp atacakken çocuk bir hışımla yerinden fırlamış ve babasının kolundan tutarak bağırmaya başlamış:

GENÇ ÇOCUK: ‘Baba, o altını nehire atamazsın! Ben o altını alacak parayı kazanmak için günlerce çalıştım; sırtım, bacaklarım, kollarım her yerim ağrıyor!’

Babası gülümseyerek oğluna bakmış. Elini oğlunun omzuna koymuş:

BABA: ‘ İşte şimdi evlenebilirsin benim canım oğlum. Çünkü artık çalışarak kazandığın bu paranın değerini biliyorsun, emeğinle kazandığın bu parayı harcarken de eminim dikkatli ve akıllıca harcayacaksın’ demiş.

Genç çocuk o anda babasının ne demek istediğini ve ne yapmak istediğini çok iyi anlamış.

 

 

Küçük Yıldız ve Tonton Aydede masalı
Küçük Yıldız ve Tonton Aydede masalı
[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/küçük-yıldız-ve-tonton-aydedefiltre.mp3″ loops=”true” ]

TONTON AYDEDE VE MİNİK YILDIZIN DOSTLUĞU

Bir varmış bir yokmuş… Her kafamızı kaldırdığımızda gördüğümüz gökyüzünde yaşayan yıldızlar ve

aydedenin güzel mi güzel bir masalı varmış. Akıllı olan, uslu duran tüm çocuklar bu masalı dinler ve

kafalarını kaldırdıklarında aydedenin onlara göz kırptığını görürmüş. Bu masal ne mi imiş? Buyurun

Aydede ve minik yıldızın macerasını dinlemeye…

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, karanlık bastırıp da gece olduğunda, gökyüzünün en

tepesinde yaşayan minik yıldız ve tonton bir aydede varmış. Aydede ve minik yıldız her gece yaptıkları

gibi gece olduğu için gökyüzündeki yerini almış. O sırada minik yıldızdan kendi gibi minik bir ses

gelmiş:

Minik yıldız: ‘Hapşuuu!’

Tonton Aydede minik yıldıza doğru dönmüş. Minik yıldız hava soğuk olmasına karşın üzerine hiçbir

şey giymemiş.

Tonton Aydede: ‘Minik yıldız, bu gece hava serin olacak. Sen üzerine montunu neden almadın?’

Minik yıldız tonton aydedeye doğru dönmüş:

Minik Yıldız: ‘Sorma Aydede! Evden çıkarken ince giyinmişim. Sonra dışarı çıktığımda fark ettim fakat

anahtarımı almayı unuttuğum için kapıyı açıp içeri giremedim. Montumu giymeyi unuttuğum gibi okul

çantamı da almayı unuttum. Bir sürü de ödevim var, ne yapacağım bilmiyorum.’

Minik yıldız kara kara düşünmeye başlamış. Yıldızlar gündüz okula gider, gece olunca gökyüzündeki

yerlerine gelirlermiş. Gece gökyüzündeki nöbetlerini tutarken de ödevlerini yapıp bitirirlermiş.

Tonton Aydede minik yıldıza biraz kızmış:

Tonton Aydede: ‘Minik yıldız, sen ne kadar unutkan oldun böyle! Oysaki yapman gereken azıcık görev

var, onları da unuttuğun için yapamıyorsun’ demiş.

Minik yıldız biraz utanmış, kızarmış. Ama görevlerinin az olduğu konusuna katılmıyormuş:

Minik Yıldız: ‘Tonton Aydede, benim çok görevim var ki! O yüzden unutuyorum’ demiş.

Tonton Aydede minik yıldıza gülümsemiş:

Tonton Aydede: ‘Peki, say bakalım kaç tane görevin var?’

Minik yıldız biraz düşündükten sonra saymaya başlamış:

Minik Yıldız: ‘Ödevlerimi yapmak, dişlerimi fırçalamak, okula gidip-gelmek ve evden çıkarken

anahtarımı almak…’

Minik yıldız düşünse de aklına başka bir şey gelmiyormuş. Tonton aydede haklıymış galiba.

Tonton Aydede: ‘Ya minik yıldız bak gördün mü? Ne kadar az görevin var, onları da unutuyorsun’

demiş.

Minik yıldız yaptığı hatanın farkına vararak daha dikkatli olmaya söz vermiş. Fakat unutmadığı

görevlerden birisini tonton aydedeye de göstermek istiyormuş:

Minik Yıldız: ‘Tonton aydede, dişlerimi fırçalamayı hiç unutmuyorum ama. Hem de günde üç kere

fırçalıyorum’ demiş.

Tonton Aydede gülümsemiş:

Tonton Aydede: ‘Aferin sana minik yıldız’ demiş.

Tonton aydedenin gönlü minik yıldızın üşümesine razı olmamış. Minik yıldız da hatasını anladığına

göre hemen bulut kardeşi yanına çağırmış:

Tonton Aydede: ‘bulut kardeş, minik yıldızın gökyüzündeki yerini biraz sen doldurabilir misin? Minik

yıldızın eve kadar gidip gelmesi lazım’ demiş.

Bulut kardeş hiç düşünmeden kabul etmiş. Çünkü tonton aydedeyi çok seviyormuş. Tonton aydedeyi

gökyüzünde sevmeyen yokmuş ki! Herkes onu çok sever, çok da sayarmış.

Minik yıldız hemen eve gitmiş ve annesi ona kapıyı açmış. Evden montunu ve okul çantasını alarak

gökyüzündeki yerine geri gelmiş. Minik yıldız montunu giydiği iin o gece hiç üşümemiş ve bütün

ödevlerini de yapmış.

O geceden sonra minik yıldız anahtarını hiç ama hiç unutmamış. Ayrıca soğuk havalarda montunu da

giymeyi ihmal etmemiş. Böylelikle tonton aydedenin en çok sevdiği yıldızlardan birisi olmuş.

Minik yıldız ile tonton aydedenin dostluğu o günden bu güne sürmüş, gelmiş…

Şimdi kafanızı kaldırın ve gökyüzüne bakın. Gecenin karanlığında gökyüzünde parıldayan yıldızların

hepsi size göz kırpacak

Seslendiren: Ata ÇAKAR

Kucuk-Yildiz-Ve-Tonton-Aydede

Kurt ile Keçi Masalı Dinle
Kurt ile Keçi Masalı Dinle

KOYUN, KEÇİ VE KURDUN HİKÂYESİ

[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/kurt-ile-keçifiltre.mp3″ loops=”true” ]

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak ormanların birinde bir keçi bir de koyun varmış. İkisi de çok iyi arkadaşlık yaparmış. Fakat bir gün ormanda çok büyük bir kuraklık baş göstermiş. Hem keçi hem de koyun kısmetlerini aramak için, karınlarını doyurmak için bir olup ormanın iç kısımlarına doğu yola koyulmuşlar. Buralar ikisinin de bilmediği yerlermiş. Karşılarına birçok tehlike çıkabilirmiş. Ama karınlarını doyurmak için bu riski almak zorunda kalmışlar.

Koyun ve keçi bir müddet gittikten sonra yol ikiye ayrılınca ayrılmak zorunda kalmışlar. İleride yol tekrar birleşirse onlar da birleşecekmiş. Kim yiyecek bir şeyler bulursa, hemen uzunca bir meleyip diğerine haber verecekmiş.

Koyun ve keçi ayrıldıktan sonra yollarına daha dikkatli bir şekilde devam etmeye başlamışlar. Duydukları bir ses bile onları ürkütse de geri dönmemişler.

Ormanda yaşayan bir de kurt varmış. Kurt da ormandaki kuraklığa ve yiyecek bulamamaya daha fazla dayanamamış. Ormanda kendisine yiyecek bir şeyler aramaya çıkmış. Karnı o kadar açmış ki…

Kurt, kendisine yiyecek bir şeyler ararken karşına bir de ne çıksın! Bembeyaz kıvırcık tüylü tombul bir koyun… Kurdun gözleri açılmış koyunu görünce. Hemen koyunun yanına yaklaşmış ve onu bir ağacın köşesinde kıstırmış.

Kurt: ‘Koyun kardeş, sen ne arıyorsun ormanın iç kısımlarında? Buralar tehlikelidir, bilmez misin? Madem buralara kadar geldin, benim de karnım çok açken seni yemek zorundayım, kusuruma bakma.’

Koyun ne yapacağını şaşırmış. O anda aklına parlak bir fikir gelmiş.

Koyun: ‘Kurt kardeş. Tamam beni ye öyleyse. Ama önce izin ver, senin etrafında biraz hoplayıp zıplayayım; oyunlar oynayayım.’

Kurt ‘eh madem bu koyunu yiyeceğim, karnım doyacak, biraz geç olsa da bir şey farketmez’ diye geçirmiş içinden. Koyuna bakmış:

Kurt: ‘Tamam bakalım koyun kardeş. Dediğin gibi olsun.’

Koyun başlamış kurdun etrafında hoplayıp zıplamaya. Oradan oraya hoplaya zıplaya kurdun da başını döndürmüş. En sonunda koyun gözden kaybolunca kurt bunun bir kaçma planı olduğunu anlamış. Hemen koyunu aramaya başlamış ama nafile. Koyun çoktan kaçmış.

Kurt kendine söyleye söylene yolda ilerlerken, gözlerine inanamayacağı bir şeyle karşılamış. Kenarda bir keçi öylece duruyormuş, hem de ne keçi! Kurt hemen keçiyi yeme planları yaparak yanına yaklaşmış:

Keçi: ‘Keçi kardeş, senin ne işin var buralarda! Benim karnım çok aç ve ben seni yemek zorundayım.’

Keçi hemen itiraz etmiş kurdun söylediğine:

Keçi: ‘’Kurt kardeş, beni yesen ne olacak, yemesen ne olacak? Sen benimle doymazsın ki! Benim iki tane de yavrum var. Gideyim onları da getireyim, hepimizi ye. O zaman karnın da doyar, için de rahat olur. Böyle olunca yavrularım annesiz kalacak, üzülmeyecek misin?’

Kurt keçiye hak vermiş. Keçiye gitmesi ve yavrularını getirmesi için izin vermiş. Keçi gitmiş, fakat bir daha geri gelmemiş. Kurt yine bir hata yaptığını farkına varmış, çıkmış keçiyi aramış ama nafile. Keçi yokmuş.

Kurt kendisine söylene söylene ormana doğru ilerlerken bir ağacın kenarında bağlı duran bir at görmesin mi? ‘İşte bu at benim kısmetim, karnım doyacak artık’ diye düşünmüş. Hemen atın yanına yaklaşmış.

Kurt: ‘At kardeş, ben seni yiyeceğim. Başka çarem yok, karnım çok aç’ demiş.

At kurda şöyle bir bakmış. Ondan kurtulmanın yolunu çok basit bir planla çizmiş kafasında.

At: ‘Kurt kardeş, tamam beni ye. Ama önce nalımın altında yazılı olan isme bir bak. O benim sahibimin adı. Kasabaya gidip yedikten sonra ona haber verirsen, sahibim de beni beklemez’ demiş.

Kurt sabırsızlıkla nalın altına yazan ismi görmek için eğilmiş. O sırada at güçlü bir tekme vurarak kurdun kafasını yarmasın mı? Kurt olduğu yere yığılmış, kalmış.

Kurt can vereceği esnada yine kendi kendine söyleniyormuş:

‘Sen ne bakarsın koyunun oyununa, zıplamasına, hoplamasına

Karnını doyurmana baksana!

Ya keçinin yavrularından sana ne!

İncecik bacakları da olsa,

Ye keçiyi, düşünme gerisini,

Sana ne atın sahibinin isminden,

Sen karnını doyur önce, sonra bakarsın nalın altındaki isme…’

Seslendiren: Ata ÇAKARd.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);

Balon Masalı Dinle
Balon Masalı Dinle

AĞACIN TEPESİNDEKİ BALON

[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/balon-masalıfiltre.mp3″ loops=”true” ]

Balonlar çocukların çok hoşuna gider. Rengârenk, gökyüzü süsleridir onlar. Peki, sizin hiç balonunuz olmasaydı, bir balon için neler yapabilirdiniz? İşte size balonu olmayan bir çocuk ile baloncu amcanın masalı… Bakalım masalımızdaki çocuk balon için neler yapacak?

Bir varmış bir yokmuş… Uzak diyarların birinde küçük bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk bir gün kaldırım kenarında oyun oynarken karşıdan gelen baloncu amcayı görmüş. ‘Aman Allah’ım’ demiş içinden. ‘Bu Balonlar ne kadar çok!’ Gerçekten de çocuğun şaşırdığı kadar çok balon varmış baloncunun elinde. Hepsinin ipleri baloncunun avucu içindeymiş. Küçük çocuk rengarenk balonların büyüsüne kapılıp başlamış baloncu amcayı takip etmeye…

Küçük çocuk baloncu amcayı takip ederken bir yandan da balonların onu nasıl uçurmadığını düşünüyormuş. O sırada baloncu, dinlenmek için bir kenarda durmuş. Küçük çocuk da hemen baloncunun yanında duraksamış. Gözlerini hala balonlardan alamıyormuş. En sonunda baloncunun kendisine baktığını fark etmiş. İşte o an küçük çocuk baloncunun yanına gitmeye karar vermiş.

Küçük Çocuk: ‘Baloncu amca, benim hiç balonum olmadı. Bu balonların hepsi o kadar güzeller ki!’ demiş.

Balon satan adam küçük çocuğu bir müddet süzdükten sonra:

Baloncu: ‘Sana balon veririm ama kaç paran var ki senin?’ demiş.

Küçük Çocuk: ‘Bayramda çok param vardı, ama gelecek bayramda yine çok param olacak’ demiş.

Baloncu adam küçük çocuğa pek aldırış etmemiş:

Baloncu: ‘Öyleyse bayramda paran olduğunda gelirsin, ben de sana balon veririm’ demiş.

Küçük çocuk sessizce arkasını dönmüş ve yürümeye başlamış. Aklı hala balonlardaymış. O sırada gözleri dolu dolu olmuş küçük çocuğun. Ayakları bile güçsüzleşmiş. Elinde olmadan son kez balonlara bakmak için arkasını dönmüş. Aman Allah’ım, küçük çocuk bir de ne görsün! Balonlar baloncunun elinden uçmuş, bir ağacın dallarına takılmamış mı? Küçük çocuk ağaçtaki balonlara bakarken, baloncu küçük çocuğa doğru dönmüş:

Baloncu: ‘Küçük çocuk gel bakalım buraya… Bak, balonları bu ağacın dallarından kurtarırsan eğer; sana bir tane balon veririm’ demiş.

Küçük çocuk balonu olma ihtimaline bile o kadar çok sevinmiş ki! Hemen ağacın yanına gidip balonları kurtarmak için ağaca tırmanmaya başlamış. Küçük çocuk yaptığı şey karşısında biraz korkuyormuş aslında. Ağacın dalları çok inceymiş ve her an kırılabilirmiş. Fakat küçük çocuk balon almak için var gücüyle ağacın tepesine kadar tırmanmış ve en sonunda ağacın tepesine de balonlara da ulaşmış.

Balonları ince dallar arasından kurtarmaya çalışırken iki kere düşme tehlikesi atlatan küçük çocuk, yine de yılmamış. Çünkü bu işi tamamladıktan sonra artık onun da bir balonu olacakmış. En sonunda balonları kurtarmış ve aşağıda bekleyen baloncuya doğru sarkıtmış.

Fakat bir tane balon o kadar çok dalların içine doğru girmiş ki, küçük çocuk ne kadar uğraşsa da o balonu oradan çıkaramıyormuş! En sonunda daha fazla uğraşırsa dalların kırılacağını anlamış küçük çocuk. ‘Olsun bir tane balon da ağaçta kalsın’ diyerek inmiş yavaşça ağaçtan.

Hemen baloncu amcanın yanında almış soluğu.

Küçük Çocuk: ‘ Baloncu amca, ağaçtaki balonları kurtardım. Şimdi hangi balonu bana vereceksin?’

Baloncu amca arkasını dönere yürümeye başlamış. Küçük çocuğa da seslenmiş:

Baloncu Amca: ‘Ağaçta kalan balon da senin balonun olsun’ demiş.

Küçük çocuk baloncu amcanın arkasından bakakalmış. Ağaçtaki balonları kurtarmasına rağmen baloncu sözünde durmamış. Küçük çocuk neredeyse ağlamak üzereyken ağacın tepesinde kalan balona bakmış. O anda içinden gülümsemiş. ‘Olsun’ demiş sessizce; ‘Ağacın tepesinde de olsa bir balonum var artık.’

Gökten üç tane değil bir sürü balon düşmüş. Hepsi de çocukların olmuş.document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

Kiraz Ağacı Masalı Dinle
Kiraz Ağacı Masalı Dinle
[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/kiraz-ağacıfiltre.mp3″ loops=”true” ]

 

KİRAZ AĞACI VE ÜZERİNDE YAŞAYAN HAYVANLAR

 

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde, kocaman ormanların olduğu bir ülkede, yemyeşil ağaçlar, rengârenk çiçekler yaşarmış. Bu ağaçlardan biri olan kiraz ağacı da mutlu ormanda yaşayan ve köklerini salan ağaçlardan sadece biriymiş. Kiraz ağacı kışın uykuya geçer, bahar için hazırlık yaparmış. Bahar geldiğinde ve havalar ısındığında; bembeyaz çiçeklerini açar ve adeta gelin gibi gözükürmüş. Beyaz çiçekleri ile salına salına büyür, ardından yaz mevsimi geldiğinde de kırmızı mı kırmızı kirazlarını dallarından sarkıtırmış.

Kiraz ağacının gövdesinde ve köklerinde birçok hayvan yaşarmış. Kiraz ağacının kapısı tüm hayvanlara ve böceklere acıkmış. Her gelen hayvanı kabul eder, onların evi olurmuş. Bu sebeple kiraz ağacı asla yalnız kalmaz, günleri de neşe ve eğlence ile geçer gidermiş.

Kiraz ağacının köklerine yakın kısmında köstebek ve solucanlar yaşıyormuş. Kiraz ağacının bodrum katı olan kökleri, bu hayvanların eviymiş. Ağacın gövdesine doğru çıktığımızda ise ağacın gövdesinde karıncalar ve böcekler oturuyormuş. Kiraz ağacının en üst katında, çiçeklere yakın olan yerlerde ise arılar ve kuşlar oturuyormuş. Kiraz ağacının dallarına konan kuşlar en güzel şarkılarını söylerken, arılar ise çiçeklerden topladıkları polenler ile bal yapıyormuş.

Günlerden bir gün kiraz ağacı evini dolduran hayvanların hepsini bir toplantıda etrafına toparlamış. Kendisinin ricasını kırmayıp gelen bütün hayvanlara dönmüş ve konuşmaya başlamış:

Kiraz ağacı: ‘Ey konuklar! Geldiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim. Sizi çok severim biliyorsunuz. Kaç senedir benim evimde oturuyorsunuz, sesimi çıkarmıyorum. Fakat söyleyin bakalım evimdeki konukluğunuz daha ne kadar sürecek? Ne kadar süre evimde misafir gibi oturmaya devam edeceksiniz? Bütün bir yıl evimde rahatça oturuyorsunuz, peki neden bana kira ödemiyorsunuz? Bakın elma ağacının gövdesinde kimse oturmuyor, çünkü o sizden kira istiyor!’

Toplantıya gelen bütün hayvanlar kiraz ağacının bu söylemi karşısında şok olmuşlar. Kiraz ağacının evinde oturdukları doğru imiş, fakat karşılığında tüm hayvanlar ağaç için bir şeyler yapıyormuş.

Kiraz ağacının sözleri karşısında cevap veren ilk isimler solucan ve köstebek olmuş:

Köstebek: ‘Kiraz ağacı, sen bize öyle dedin fakat buradaki her bir arkadaşım sana fayda sağlıyor. Mesela solucan arkadaşım ve ben toprağını gece-gündüz eşeliyoruz. Böylece sen toprağa köklerini rahatça salabiliyorsun ve büyüyorsun.’

Köstebek lafını tamamlayınca üst katta yaşayan arı da söze karışmış:

Arı: ‘Kiraz ağacı, senin çiçeklerinden balı kim topluyor sanıyorsun! Biz senin çiçeklerinden bal toplayıp sana fayda sağlıyoruz’ demiştir.

Arıdan cesaret alan kuşlar da arının lafının ardından sözlerine devam etmiş:

Kuş: ‘Kiraz ağacı, senin canın sıkıldığında senin neşeni biz yerine getirmez miyiz? Bizim neşeli sesimiz olmasa sen can sıkıntısından büyüyemezdin ki!’

Kiraz ağacı hayvanları tek tek dinlemiş ve hepsine hak vermiş. Düşününce anlamış ki; evinde yaşayan her bir canlı ona fayda sağlıyor, onun için bir şeyler yapıyor. Kiraz ağacı bunun üzerine söylediği sözler karşısına çok üzülmüş. Arkadaşlarından özür dilemiş ve bir daha bu konuyu hiç açmamak üzere kapatmış.

Kiraz ağacının evinde yaşayan hayvanlar da kiraz ağacının özrünü kabul etmişler. Eskisi gibi mutlu hayatlarına devam etmişler. Hayvanlar kiraz ağacını hiçbir zaman yalnız bırakmamış, onu eğlendirmiş, mutlu etmiş. Zararlı böcekleri gövdesinden ve köklerinden uzak tutmuş. Kiraz ağacı da evini tüm hayvanlara açmaya devam etmiş. Onlar için daha güzel bir ev olabilmek için kendini geliştirmiş, onları her zaman gülümseme ile karşılamış. Tüm hayvanlara saygı ve sevgide kusur etmemiş.

Gökten üç elma düşmüş…

kiraz-agaci

Badem Ağacı Masalı Dinle
Badem Ağacı Masalı Dinle
[sc_embed_player_template1 fileurl=”https://www.masalcisite.com/wp-content/uploads/2015/07/badem-ağacıfiltre.mp3″ loops=”true” ]

Bir varmış, bir yokmuş… Kocaman bir bahçe içinde çeşit çeşit, rengârenk ağaçlar varmış. Bu ağaçlar arasında her türlü yemişin ağacı varmış: kiraz, badem, incir, kayısı ve daha nicesi. Ağaçlar birbiri ile çok iyi anlaşır, birlikte güzelce yaşar giderlermiş.

Kış mevsimi geçmiş, ilkbaharın ilk sıcakları ve ilk güneşi kendini göstermiş. Ağaçların arasından bir ağaç güneşi görünce sabırsızca çiçeklerini açmak istiyormuş. Bu ağaç badem ağacıymış. Badem ağacı bir gün yanındaki kiraz ağacı ile konuşurken dayanamamış, aklındaki fikri ona da söylemiş:

Badem Ağacı: ‘Kiraz ağacı, canım arkadaşım. Artık havalar ısındı. Güneş yüzünü gösterdi. Çiçek açmak lazım. Ben çiçek açıyorum bugün, sen de bana katılsana?’

Kiraz ağacı bu durum karşısında paniklemiş:

Kiraz Ağacı: ‘Arkadaşım sakın çiçek açma! Bunlar aldatıcı havalar, sen de biliyorsun. Bu havaların arkasından soğuklar gelir, bütün çiçeklerini alır götürür. Çiçek açmak için Nisan ayını beklemek zorundayız.’

Badem ağacı kiraz ağacının bu cevabından hoşlanmamış:

Badem Ağacı: ‘Çok sıkıcısın ya! Hiçbir şeye de tamam demiyorsun! Havalar neden soğusun, artık bahar geldi.’

Kiraz ağacı badem ağacını yapacağı hatadan döndürmek için yanındaki ağaç arkadaşlarına da durumdan bahsetmiş. Fakat tüm ağaçların uyarısına rağmen badem ağacı çiçek açmakta kararlıymış.

Ertesi gün badem ağacı bembeyaz çiçeklerini açmış bir şekilde arkadaşlarına nispet yapmış. Beyaz çiçekler ile o kadar güzel gözüküyormuş ki… Adeta gelin gibi süzülüyormuş. Arkadaşları badem ağacının çok yanlış yaptığını söylese de badem ağacının burnu bir karış havada hallerine daha fazla dayanamamışlar. Hepsi badem ağacı ile konuşmayı kesmiş.

Badem ağacı bahçeye gelen herkesin ilgiyi kendine göstermesinden çok memnunmuş. ‘Erken çiçek açarak ne kadar da doğru bir karar verdim’ diyerek böbürleniyormuş. Fakat başına geleceklerin farkında değilmiş!

Güneşli havalar geçmiş, gitmiş. Güneşli havaların ardından öyle soğuk bir hava gelmiş ki, bütün ağaçlar şimdiye kadar böyle bir soğuk görmemiş. Badem ağacı ise havanın nasıl bu kadar soğuduğuna anlam veremiyormuş. Çiçeklerini rüzgardan korumaya çalışmış ama nafile!

Rüzgârlar öyle sert esmiş ki, badem ağacının iki gün önce böbürlendiği çiçeklerinden eser kalmamış. Badem ağacının dalları kurumuş, çiçeksiz kalmış. Badem ağacı bu durum karşısında çok üzülmüş. Bahçedeki diğer ağaçlar, badem ağacının çok üzüldüğünü görünce üzerine gitmemeye karar vermişler. Nasılsa hata yaptığını yaşayarak öğrenmiş!

Soğuklar bitmiş, Nisan ayının ortasına gelinmiş. Güneş tekrar yüzünü göstermiş. Ağaçların hepsi artık baharın geldiğini birbirlerine ilan etmiş ve aynı anda çiçek açmışlar. Hepsi o kadar güzel gözüküyormuş ki… Aralarında bir tek badem ağacının çiçekleri yokmuş! Onun sadece kuru dalları varmış.

Bahar mevsiminde de yaz mevsiminde de badem ağacının yanına kimse uğramamış. Herkes çiçekleri ve yemişleri olan diğer ağaçların yanına gidip o ağaçların yanında oturmuş. Badem ağacı yaptığı hatanın farkına varmış. Çok üzülüyormuş ve arkadaşlarını da kırdığının farkındaymış.

Badem ağacı bir gün arkadaşları ile konuşmaya karar vermiş:

Badem Ağacı: ‘Arkadaşlarım! Ben sizin sözünüzü dinlemedim. Erkenden çiçek açtım. Fakat çok büyük bir hata yaptım. Bu hatamın bedelini bütün bir yaz mevsimini çiçeksiz ve yemişsiz geçirerek çekiyorum. Sizden de özür diliyorum arkadaşlarım. Lütfen beni affedin’

Badem ağacının sözleri diğer bütün ağaç arkadaşlarını duygulandırmış. Onun tek başına kalması, diğer ağaç arkadaşlarını da çok üzüyormuş.

Kiraz Ağacı: ‘Badem ağacı! Biz seni uyardık ama sen bizi dinlemedin. Umarız ki hatanın farkındasındır. Bundan sonra daha dikkatli olmalısın. Biz hepimiz seni affettik.’

Badem ağacı diğer ağaç arkadaşları ile barışmış. Bir daha onların sözünden çıkmamış. Hepsi bir arada mutlu mesut yaşamış.d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);

Kısa Boylu Akıllı Ayşe
Kısa Boylu Akıllı Ayşe

Kısa Boylu Akıllı Ayşe

İlkokul 1. sınıfa giden Ayşe isminde bir kız varmış. Çok akıllı ve sevimli olan bu kızın tek bir sorunu varmış, o da boyunun diğer yaşıtlarından kısa olmasıymış. Yani Ayşe cüceymiş. Annesi ve babası da cüce olduğu için küçük kız bu durumu pek yadırgamıyormuş. Fakat okula başlayıp da diğer yaşıtlarıyla bir arada olmaya başlayınca sorunun farkına varmış.

Öğretmeni Ayşe’yi çok seviyor ve ona çok iyi davranıyormuş fakat sınıf arkadaşları hep onu dışlıyor aralarına almıyorlarmış. Ayşe tenefüslerde hep yalnız başına sınıfta oturup, bahçedeki çocukların oyunlarını izleyerek sessizce ağlıyormuş. ” Ben onlara ne yaptım, neden beni aralarına almıyorlar, ben çok mu kötü bir insanım? ” diye sürekli kendine sorup duruyormuş. Arkadaşları her fırsatta onunla cüce kız diye alay ederlerken o sadece başını yere eğip ağlıyor, onlara hiçbir şey söylemiyormuş.

Bir gün okul çıkışında arkadaşları her zamanki gibi onun peşine takılıp, cüce kız diye bağırırlarken Ayşe onlardan kaçmak, o alaylarını duymamak için hızlıca koşmaya başlamış. O koşunca diğer çocuklarda peşinden koşmaya devam etmişler. Küçük kızın tek isteği bir an önce bu alay dolu seslerin kesilmesiymiş. Bu seslerden uzaklaşabilmek için olanca gücüyle koşuyormuş. Öylesine telaşlıymış ki yol ayrımına geldiğinde sağına soluna bakmayı bile düşünememiş. Hızlıca kendisini yola attığında acı bir fren sesi duyulmuş. Kendisine çarpan araba yüzünden Ayşe kanlar içinde yere yığılmış. Arkasından yetişen sınıf arkadaşları bu manzarayı gördüklerinde dehşet içinde kalmışlar. Arabanın şöförü hemen Ayşe’yi kucaklayarak hastaneye götürmüş. Çocuklar ertesi gün sınıfa geldiklerinde Ayşe’nin sırasını boş görmüşler. Öğretmenleri onlara Ayşe’nin uzun bir süre hastanede kalacağını ve belkide bir daha hiç okula gelemeyeceğini söylemiş. O zaman çocuklar bunun kendi suçları olduğunu anlayarak pişman olmuşlar. ” Biz Ayşe ile dalga geçip onun peşinden koşmasaydık, bugün o da burada olacaktı. Şimdi bizim yüzümüzden hastanede.” diyerek hatalarını kabullenmişler. Onların pişmanlığını gören öğretmenleri, onlara hastaneye Ayşe’yi ziyarete gitmeyi isteyip istemediklerini sormuş. Çocuklar hep bir ağızdan isteriz cevabını vermişler.

Ertesi gün Ayşe hastane odasına elinde çiçekler ve hediyelerle giren arkadaşlarını gördüğünde gözlerine inanamamış. Bütün arkadaşları teker teker ondan özür dilemişler. Ayşe o kadar iyi kalpli bir kızmış ki arkadaşlarını affetmiş. Arkadaşları her gün okul çıkışında onu ziyarete gelmişler, o gün derste neler işlediklerini anlatmışlar. Ayşe arkadaşlarından aldığı destek ve moral sonucunda kısa sürede okuluna geri dönmüş.

 document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);