Kategori: Sesli ve Görüntülü Masallar

Rapunzel Masalı dinle
Rapunzel Masalı dinle

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok uzak diyarların birinde bir karı koca varmış. Bu çiftin çocukları yokmuş ama bir kız çocuk sahibi olmak istiyorlarmış. Aradan biraz geçtikten sonra kadın hamile olduğunu öğrenmiş. Bu çiftin evinin karşısında ise çok güçlü bir cadının evi varmış. Cadının evinin bahçesinde güzel mi güzel marullar duruyormuş. Kadın hamile ya canı bu marulları çok çekmiş. Kocasına;

-‘’Ben sadece bu marullardan yemek istiyorum.’’ Demiş. Ama marullar cadının olduğu için kocası yememesi gerektiğini söylemiş.

Hamile kadın bu marullardan yemediği her gün zayıflamaya başlamış. Başka bir şey yemiyormuş sadece o marullardan yemek istiyormuş. Kadının bu halini gören kocası tüm cesaretini toplayıp cadının evinin bahçesine gizlice girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş, ama kadına yetmemiş. Ertesi gün adam yine cadının bahçesine gitmiş ama bu sefer cadı bahçede onu bekliyormuş. Cadı;

-‘’ Sen benim evimin bahçesine girmeye nasıl cesaret edersin ?’’ diye bağırmış.

Adam da cadıya karşılık vermiş;

-‘’Karım hamile. Canı sizin marullarınızdan çekiyor ve başka bir şey yemek istemiyor.’’

Cadı cevap vermiş.

-‘’Bunun için benden izin alabilirdin değil mi ?’’

Adam da cevap vermiş;

-‘’ İzin almaya çok korktum. Ama karım sizin marullarınızdan yemezse hastalanacak. ‘’

Cadının aklına bir fikir gelmiş;

-‘’ O zaman seninle bir anlaşma yapalım. Sen ve eşin buradan istediğiniz kadar marul alabilirsiniz. Ama bebek doğduktan sonra o bebeği bana vereceksiniz. ‘’

Kadının kocası korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş. Birkaç ay sonra bebek doğmuş, cadı hemen gelip bebeği almış ve adını Rapunzel koymuş. Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel 16 yaşına geldiğinde dünyalar güzeli bir kız olmuş. Cadı Rapunzel’i yüksek bir kuleye yerleştirmiş. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş. Sadece tepesinde ufak bir penceresi varmış. Cadı 16 yaşına gelene kadar Rapunzel’in sarı saçlarını hiç kesmemiş. Cadı Rapunzeli ziyarete gittiğinde rapunzel altın sarısı saçlarını uzatır cadı da kızın saçlarından tutunup yanına çıkarmış.

Bir gün bir prens avlanmak için ormana çıkmış. Uzaklardan çok güzel bir ses duymuş. Atını oraya doğru sürmüş. Sonunda Rapunzelin olduğu kuleye gelmiş. Ama ne merdiven varmış, ne de yukarı çıkmak için başka bir yol varmış. Güzel sesin büyüsüne kapılan prens her gün Rapunzelin kulesinin oraya gidip onun sesini dinlemiş. Bir gün yine oralarda gezinirken kulenin altındaki cadıyı fark etmiş. Cadı rapunzel diye seslenmiş ve bir kız saçlarını aşağıya doğru atmış, cadı da bu saçlardan tutunarak yukarıya doğru çıkıvermiş. Bunu gören prens ertesi gün akşama doğru kulenin altına gelmiş ve rapunzel diye bağırmış. Bunu duyan Rapunzel saçlarını uzatmış ve prens tutunarak Rapunzelin yanına gitmiş. Rapunzel ilk defa annesi sandığı cadıdan başka birini görünce korkmuş. Prens Rapunzele âşık olduğunu söylemiş. Rapunzel artık prensten korkmuyormuş. Bir süre bu şekilde prensle buluşmuşlar. Prens en sonunda Rapunzele evlenme teklifi etmiş Rapunzel de bu teklifi kabul etmiş. Ama rapunzel bu kuleden aşağıya inemiyormuş. Rapunzelin aklına bir fikir gelmiş. Prens her geldiğinde bir kumaş getiriyormuş, rapunzel de bunları birbirine ekleyerek uzun bir kumaş parçası yapmış.

Bir gün rapunzel ağzından kaçırıvermiş.

-‘’Anne, prens senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma.’’

Bunu duyan cadı ‘’Hangi prens ?’’ diye bağırmış Rapunzele her şeyi anlattırmış. Cadı Rapunzelin saçlarını kesivermiş ve onu çok uzaklarda bir çöle göndermiş. Cadı kulede durup prensi beklemiş. Cadı Rapunzelden kestiği saçı aşağıya uzatmış, prens de tırmanmış. Karşısında cadıyı gören prens Rapunzelin başına kötü bir şey geldiğini anlamış. Cadı prensi kulenin penceresinden aşağıya atmış. Prens çalıların üstüne düşmüş, çalılar gözlerine batmış ve prens kör olmuş. Kör prens günlerce yürüyüp Rapunzeli aramış görmeyen gözleriyle. Bir gün fark etmeden Rapunzelin olduğu çöle varmış. Uzaklardan yine bir ses duymuş. Bu Rapunzelin sesiymiş. Prens Rapunzele seslenmiş. Rapunzel de onu tanımış. Sonunda birbirlerini bulmuşlar. Onu görünce Rapunzel ağlamaya başlamış. Rapunzelin gözyaşları prensin gözlerine damlamış ve birden bir mucize olmuş, prensin gözleri görmeye başlamış. Birlikte yola çıkıp prensin ülkesine gitmişler. Rapunzel ve prens bir ömür boyu çok mutlu yaşamışlar.

Adam Olacak Çocuk
Adam Olacak Çocuk

Sevgili çocuklar! Tarihinizde neler yaşandığını bilerek yaşamak ve tarihteki yaşanan olaylardan ders çıkarmak çok önemlidir. İşte size örnek olacak güzel bir tarih masalı…

Bir varmış, bir yokmuş. Osmanlı Devleti’nin parlamaya başladığı dönemlerde, başarılar artarda geliyor ve devlet de gittikçe büyüyormuş. Padişahların yerine oğullarından biri tahta geçiyor, devlet güçlenerek büyümeye devam ediyormuş. Osmanlı Devleti’nin başındaki padişahlardan biri olan ülkeyi başarı ile yöneten Sultan 2. Murat ise; daha ölmeden devlet işlerinden elini ayağını çekmek istemiş. Oğlunun ülkeyi de başarı ile yöneteceğinden emin olan Sultan 2. Murat, Balkan Devletleri ile on yıl süren ikili anlaşmalar imzalayarak barış ortamını sağlamış ve devleti 12 yaşında olan oğlu Sultan Mehmet’e bırakarak dinlenmeye çekilmiştir.

Balkan Devletleri ise, tahtın başına on iki yaşında bir çocuğun geçtiğini görünce durur mu? Hemen aralarında imzaladıkları anlaşmayı hiçe sayarak Macar Kralı Ladislas öncülüğünde saldırı planları yapılmaya başlandı. Haçlı Ordusu, savaş planlarını uygulamaya geçirmek için hiç vakit kaybetmeden Kasım ayının dokuzuncu günü Varna şehrine ayakbastı. Haçlı Ordusu’nun saldırı hazırlığında olduğu haberi Osmanlı Devleti’ne ulaştığında ise, Osmanlı Devleti acilen bir harp meclisi toplayarak durumu masaya yatırdı.

Harp Meclisi’nde dinlenmeye çekilen Sultan Murat’a mektup yazılmasına ve durumun bildirilmesine karar verildi. Bu mektupta Sultan Murat’tan derhal tahta çıkması ve ordunun başına geçmesi de bildirilecekti.

Mektup hazırlandı ve Sultan Murat’a gönderildi. Sultan Murat mektubu alıp birkaç kez okudu. Ardından mektuba şu cevabı yazdı:

‘Oğlum olan Sultan Mehmet’e hilafet makamını ve saltanat tahtını devretmekten kastım, bundan böyle istirahat etmektir. Padişahlık Sultan Mehmet’indir ve her Padişah gibi din ve devletini korumak ile yükümlüdür!’

Sultan Murat’ın cevap mektubu hızlıca saraya ulaşmış. Genç padişah Sultan Mehmet ise mektubu merakla okumuş. Babasının yazdıkları onu kısa süren bir şaşkınlığa uğratsa da, hemen cevap yazdırmak için emir verdirtmiş. Sultan Mehmet, küçük yaşına rağmen en az babası kadar cesur ve babası kadar akıllı bir devlet adamıymış. Gördüğü eğitimler onu oldukça donanımlı ve başarılı bir devlet adamı olmak için hazırlamış. Sultam Mehmet, bir an bile tereddüt etmeden cevap mektubunu yazdırmış:

‘Cihan sultanlığı kendisinde ise derhal tahtının başına gelmesi ve düşmana ders vermesi farzdır! Yok, padişah kendi değil de ben isem bir padişah olarak emrediyorum: Derhal ordunun başına geçsin! Verilen emirlere uymak üzerinize elzemdir!’

Bu emri içeren mektubu kısa sürede alan Sultan Murat, oğlunun kararlılığından ve verdiği karardan çok memnun kalmış. Hemen hazırlıklarını yaparak ordunun başına geçmiş ve başarılı bir savaş ile Haçlıları Kosova’da büyük bir yenilgiye uğratmış! Bu yenilgi aynı zamanda tarihte büyük bir hezimet olarak da yerini almış.

Bu olaydan sonra henüz on iki yaşında babasının kendisine bıraktığı tahta oturarak devleti yönetme sorumluluğu alan ve babasına yazdığı mektup ile ne kadar cesur ve doğru kararlar verebileceğini gösteren Sultan Mehmet, tam yirmi bir yaşına geldiğinde, adını tarihe altın harfler ile yazdıran bir padişah olmuştur. Neden mi? Küçüklüğünden beri İstanbul yani Kostanpolis’i fetih etmeyi kafasına koyan bu başarılı ve kararlı padişah, tam yirmi bir yaşına geldiğinde kimsenin fetih etmeyi başaramadığı İstanbul’u üstün zekâsı ve başarılı taktikleri ile fetih etmeyi başarmıştır. Bu fetihten sonra kendisine ‘Fatih’ unvanı verilmiş ve ülkenin başkenti artık İstanbul’a taşınmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han, tarihin sayfalarında altın harflerle yazılı olan, örnek alınması gereken başarılı bir devlet adamı, aynı zamanda da babasına karşı saygılı bir evlattır.

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, her yerde karların olduğu

güzel mi güzel bir kış günüymüş. Uzak diyarların birinde bir kraliçe varmış ve bu kraliçe

sarayının camından dışarıda yağan karı izler, bir yandan da elindeki nakış işini işlermiş.

Kraliçe karın güzelliğine öyle bir dalmış ki bir anda iğne eline batmış ve üç damla kan

bembeyaz kumaşın üzerine damlamış. Bu görüntü üzerine Kraliçe, içinden geçen dileği sesli

olarak dile getirmiş:

Kraliçe: ‘Ey güzel Allah’ım. Sen bana bir kız çocuğu nasip et. Bu kız çocuğu o kadar güzel

bir kız çocuğu olsun ki teni bu dışarıda yağan karlar kadar ak, yanakları da bu kan gibi al

olsun. Saçları upuzun ve kömür gibi kapkara olsun. Ona bir bakan bir daha baksın.’

Kraliçenin bu içen duasından sonra aradan aylar geçmiş, mevsim değişmiş, her yer çiçek

açmış. Bir gün Kraliçe hamile olduğunu öğrenmiş ve dünyalar onun olmuş. Hemen krala ve

bütün saraya haber verilmiş, kraliçe adına kutlamalar düzenlenmiş. Zaman su gibi akıp

geçiyormuş ve nihayet 9 ayın sonunda Kraliçe, dünyalar güzeli bir kız çocuğu dünyaya

getirmiş. Bu güzel kız çocuğuna herkes ‘Pamuk Prenses’ adını koymuş. Fakat doğumun

hemen ardından Kraliçe ölmüş ve bu güzel kız daha doğduğu gibi annesiz kalmış.

Kral, Pamuk Prenses iki yaşına geldiğinde tekrar evlenme kararı almış. Kralın yeni evlendiği

Kraliçe de çok ama çok güzel bir kadınmış fakat biraz kibirliymiş. O kadar kibirliymiş ki

kendisinden daha güzel birinin olma ihtimali bile onu deli ediyormuş. Sadece kendini beğenen

ve dünyanın en güzeli olarak kendisini gören Kraliçe’nin sihirli bir aynası da varmış. Kraliçe

her gün bu aynasının karşısına geçermiş.

Kraliçe: ‘Ayna, ayna, söyle bana; benden daha güzeli var mı bu kocaman dünyada?’

Ayna: ‘Yok kraliçem. En güzel sizsiniz.’

Kraliçe her gün bu yanıtı alır ve mutlu bir şekilde güne başlarmış.

Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalamış derken Pamuk Prenses büyümüş ve 14

yaşında güzel ve genç bir kız olmuş. Pamuk Prenses o kadar güzel bir kız olmuş ki, ona bir

bakan bir daha bakıyormuş. Onu bir gören unutamıyormuş.

Pamuk Prenses ’in 14 yaşına geldiği ve genç kız olduğu gün, kraliçe her gün olduğu gibi yine

aynasının karşısına geçmiş:

Kraliçe: ‘Ayna, ayna; söyle bana; benden daha güzeli var mı bu kocaman dünyada?’

Ayna: ‘Siz de güzelsiniz Kraliçem fakat Pamuk Prenses sizden daha güzel’ demiş.

Kraliçe aynanın bu sözleri karşısında adeta çılgına dönmüş. Dünyada kimse ondan daha güzel

olamazmış. Hemen sarayın avcısını yanına çağırmış:

Kraliçe: ‘Pamuk prensesi bir ormana götüreceksin. Onu hemen orada öldüreceksin ve kalbini

de söküp bana getireceksin.’

Avcı, Kraliçe’den aldığı bu talimatlar ile Pamuk Prensesi önce ormana götürmüş, ardından

cebinden bıçağını çıkarmış. Tam Pamuk Prensesi öldüreceği sırada genç kızın ağlamasına ve

üzülmesine dayanamamış. Pamuk Prensesi öldürmeden özgür bırakmış. ‘Nasılsa bu koca

ormanda bir kurt onu öldürür’ diye düşünmüş içinden.

Avcı, Kraliçe’ye götürmek için de ormandaki bir yaban domuzunu vurup, onun kalbini

sökmüş. Kraliçeye domuzun kalbini götürmüş ve Kraliçe bu kalbi Pamuk prensesin kalbi

zannederek çok mutlu olmuş.

Pamuk prenses ise avcının elinden kurtulduktan sonra ormanda uzun bir süre sığınacak bir yer

aramış. Hava kararmasına yakın, Pamuk prenses dağların ardında şirin mi şirin bir ev bulmuş

ve evin kapısını çalmış. Sıcak bir yer bulduğu için çok mutluymuş. Fakat kapıyı çalmasına

rağmen kimse açmayınca Pamuk prenses dayanamamış ve içeri girmiş.

Evin içinde küçük mü küçük yedi tane yatak ve yedi tane sandalye varmış. Pamuk Prenses ‘bu

kadar küçük yatakta kim yatabilir ki?’ diye geçirmiş içinden. Ama o kadar yorgunmuş ki

dayanamamış ve yataklardan birine uzanmış. Uzandığı gibi de uyuyakalmış.

Gece olunca evin sahipleri olan yedi tane cüce eve gelmişler. Bu cüceler büyük bir madende

çalışan ve bu küçük evde yaşayan cüceler imiş. Cüceler, Pamuk prensesi uyurken görmüşler

ve güzelliğine adeta vurulmuşlar. Bu güzel kızın kim olduğunu sormuşlar ama daha önce hiç

bu kadar güzel bir kıza rastlamamışlar. Cücelerden biri hemen konuşmuş:

Cüce: ‘Arkadaşlar, ne kadar da güzel uyuyor baksanız ya. Bu güzel kızı rahatsız etmeyelim,

uyusun. Yarın olunca dinleriz hikâyesini.’

Diğer cüceler de arkadaşına hak vermişler.

Sabah olduğunda Pamuk prenses uyanmış ve etrafında dolanan yedi tane cüceyi görünce önce

çok korkmuş. Sonra onların çok şirin olduğunu ve onlardan zarar gelmeyeceğini anlayınca

onlarla konuşmaya ve dertleşmeye başlamış. Onlara Kraliçeden ve ona zarar vermek

istediğinden bahsetmiş. Cüceler hemen duruma el koymuş:

Cüce: ‘O zaman burada bizimle kal. Bizden sana zarar gelmez. Sen ev işlerinde yardım

edersin bize. Birlikte yaşar gideriz’ demiş.

O günden sonra pamuk prenses ve yedi cüceler mutlu mesut yaşamaya başlamışlar. Ta ki kötü

kalpli Kraliçe aynasından Pamuk prensesin yaşadığını öğrenene kadar.

Kraliçe Pamuk prensesin yaşadığını öğrendiğinde deliye dönmüş. Hemen bir plan yapmış. Bu

sefer Pamuk prensesi kendi eliyle öldürecekmiş. Kötü kalpli Kraliçe büyücü kadına bir zehir

yaptırmış. Bu zehiri elmanın içine koymuş. Kendisi de yaşlı bir kadın kılığına girmiş.

Aynadan öğrendiği cücelerin evine doğru yola koyulmuş.

Cücelerin evden çıktığı bir vakitte, eve doğru yaklaşmış. Ve bağırmaya başlamış:

Kraliçe: ‘Güzel kızım, bak senin kadar güzel elmalarım var. Al bir tane sana da vereyim’

demiş.

Pamuk prenses kadının sepetindeki elmaları görünce ağzı sulanmış. O kadar güzel

görünüyorlarmış ki. ‘Yaşlı bir kadından bana ne zarar gelebilir’ diye düşünmüş içinden.

Elmadan bir tane almış ve ısırdığı gibi olduğu yerde bayılmış kalmış.

Kötü kalpli kraliçe yaptığından çok memnunmuş. Pamuk Prenses’ten tamamen kurtulduğu

için çok sevinçli bir şekilde saraya geri dönmüş.

Akşam eve gelen cüceler, Pamuk prensesi hareketsiz bir şekilde yerde yatarken görmüşler.

Hepsi Pamuk prensesi uyandırmaya çalışmış ama nafile. O sırada ısırdığı elmayı görmüşler ve

bu elmanın zehirli olduğunu anlamışlar. Cüceler Pamuk prensesin öldüğünü düşünmüşler ve

çok ama çok üzülmüşler. Pamuk prenses o kadar güzelmiş ki ona camdan bir tabutun içine

koymuşlar. Camdan tabutu da dağın tepesinde bir ağacın dibine yerleştirmişler.

Günler geçmiş, Kraliçe her gün aynaya sormaya devam etmiş.

Kraliçe: ‘Ayna, ayna; söyle bana; var mı benden daha güzel şu dünyada?’

Ayna: ‘Vardı Kraliçem adı da Pamuk prensesti. Ama o sonsuz bir uykuya daldı. Bu sebeple

en güzel sizsiniz’ demiş.

Aradan geçen aylardan sonra, günlerden bir gün, cücelerin evinin oradan bir prens ve kafilesi

geçiyormuş. Prens o sırada manzaraya bakmak istemiş ve atı ile dağın en tepesine çıkmış. Bir

de ne görsün! Camdan bir tabutun içinde güzeller güzeli bir kız uyumuyor mu? Prens daha

gördüğü gibi âşık olmuş bu kıza. Hemen kim olduğunu, neden camdan bir tabutun içinde

uyuduğunu sormuş, öğrenmiş. Cüceleri bulmuş ve hikâyeyi anlattırmış. Pamuk prensesin

öldüğüne inanmayan Prens, günlerce onun başında beklemiş. Ama her şey nafileymiş. En

sonunda onu saraya götürmek için cücelerden izin istemiş. Cüceler de izin vermiş. Prensin

adamları tabutu kucaklamışlar ve taşımaya başlamışlar. O sırada birinin ayağı kaymış ve tabut

düşmüş. Düşmesi ile kırılıp paramparça olması da bir olmuş.

Ama o da ne! Pamuk prensesin boğazından kocaman bir parça elma fırlamış ve kenara

düşmüş. Aynı anda da Pamuk prenses gözlerini açmış ve ilk anda karşısında prensi görmüş.

Prense daha ilk görüşte âşık olan Pamuk prensesin uyanması cüceleri de prensi de çok

sevindirmiş. Prens vakit kaybetmeden Pamuk prensese evlenme teklif etmiş ve Pamuk

prenses de kabul etmiş. Hemen prensin sarayına doğru yola çıkmışlar. Cüceleri de yanına alan

prens onlara sarayda güzel işler bulmuş. Prens ayrıca Pamuk prensese kötülük eden kötü

kalpli kraliçeyi de bularak cezalandırmış.

Hiç vakit kaybetmeden büyük bir düğün organize edilmiş. Üç gün üç gece süren muhteşem

bir düğünle Pamuk prenses ve prens evlenmiş. Cüceler de onların bu mutluluğuna şahit

olmuş.

Pamuk prenses ve yakışıklı prens bir ömür mutlu bir şekilde yaşamışlar. Gökten üç elma

düşmüş, üçü de iyi kalpli insanların olmuş…