Kategori: Masal ve İçerik

Sincap Popi Ve Kunduz Kuri
Sincap Popi Ve Kunduz Kuri

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde bir sürü hayvanın bir arada yaşadığı, içinde yemyeşil ağaçların ve rengârenk çiçeklerin bulunduğu kocaman bir orman varmış. Ormanın içinde yaşayan tüm hayvanlar birbirlerini çok severlermiş.

Bu ormanda yaşayan hayvanlardan birisi de sevimli kunduz Kuri’ymiş. Kuri hem yaşadığı bu ormanı hem de ormandaki bütün arkadaşlarını çok seven, herkesle de çok iyi anlaşan iyi kalpli bir kunduzmuş. Evini çok seven kunduz Kuri, her fırsatta arkadaşlarını evine çağırmaktan ve onlarla sohbet etmekten de keyif duyarmış. Kuri’nin ormandaki tüm hayvanlar ile arası iyiymiş ama en çok sevdiği arkadaşı sincap Popi’ymiş.  Popi ve Kuri birlikte çok ama çok iyi anlaşıyorlarmış.

Gel zaman git zaman günlerden bir gün, kunduz Kuri’nin aklına bir yaramazlık gelmiş. En yakın arkadaşı olan sincap Popi’ye küçük bir şaka yapacakmış. Planına göre Popi’nin üzerinde durduğu bir dalı o anlamadan kemirecek ve Popi’nin daldan aşağı düşmesini sağlayacakmış. Heyecandan yerinde duramayan kunduz Kuri, hemen bu planı gerçekleştirmek için sincap Popi’nin yanına gitmiş.  Popi de tam o sırada bir ağacın dalının üzerinde fındık kırmakla uğraşıyormuş. Kunduz Kuri hemen arkadaşına fark ettirmeden dalı kemirmeye başlamış. Sincap Popi kendini fındığa o kadar kaptırmış ki altındaki dalın bir kunduz tarafından kemirildiğini anlamamış bile! Sonunda kunduz Kuri tüm dalı kemirince sincap Popi bir anda çatırdayan dalın sesini duymasıyla kendisini tepetaklak aşağıda bulması bir olmuş!

Kunduz Kuri arkadaşının düşüşüne o kadar çok gülmüş ki; sincap canının yanmasına mı yoksa arkadaşının kendisine böyle bir kötülük yapmasına mı üzülsün bir türlü karar verememiş! Kunduz Kuri arkadaşının çok üzüldüğünü ve canının yandığını görünce yaptığının hata olduğunu fark etmiş ve özür dilemeye çalışmış. Ancak sincap Popi arkadaşının bu özrünü dinleyemeyecek kadar üzülmüş tüm bu yaşananlara. İçinden ‘sen görürsün’ demiş ve almış başını gitmiş.

Kunduz Kuri yaptığı bu hatanın arkadaşının kalbini çok kırdığını anlamış. Şaka yapayım derken hem arkadaşının canını yakmış hem de onu çok kırmış. Bir an önce bir şeyler yapması ve kendisini affettirmesi lazımmış. Kunduz Kuri ne yapabilirim, ne yapabilirim diye düşünürken aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Sincap Popi için bir sürü fındık toplayacakmış.

Kunduz Kuri hemen harekete geçmiş. İşi düşündüğü kadar kolay değilmiş. Çünkü orman çok büyükmüş ve fındık her yerde yokmuş. Evine yakın yerleri gezmeye başlayan Kuri, saatlerce gezmesine rağmen ancak 3 tane fındık bulabilmiş!

Bir ağacın kenarına oturup dinlenmeye başlayan kunduz Kuri, aynı zamanda düşünmeye de başlamış. ‘Acaba ne yapabilirim?’ diye düşünürken aklına ormandaki tüm arkadaşlarından yardım istemek gelmiş. ‘Tabi ya bunu neden düşünemedim!’ diye kendi kendine söylenmeye başlayan kunduz Kuri, yerinden kalktığı gibi arkadaşlarının yanına gitmiş.

Ormandaki bütün arkadaşlarını toplayan kunduz Kuri, durumu hızlıca anlatmış arkadaşlarına. Kuşlar hemen sözünü kesmiş kunduzun:

-‘Sen yeter ki iste kunduz arkadaşım, biz sana bir sürü fındık bulur getiririz’ demişler.

Kunduz arkadaşlarının bu desteği karşısında çok sevinmiş. İyi kalpli olmanın ve herkesle iyi anlaşmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu bir kez daha görmüş.

Kısa süre içerisinde kuşlar ormanın her yerini gezerek bir sürü fındık toplamış. Kunduz toplanan fındıkları görünce çok ama çok mutlu olmuş. Onları bir çuvalın içerisine toplamış ve sincap arkadaşı Popi’nin evine doğru yola koyulmuş.

Popi de o sırada evinde kunduz Kuri’yi düşünüyormuş. Arkadaşının yaptığı şeye çok kızmış ama arkasından özrünü dinlemediği ve kabul etmediği için de kendisini suçluyormuş. Ne olursa olsun onlar iki iyi arkadaşmış.

Bu düşünceler içinde yerinden kalkan ve arkadaşı kunduza gidip onu affettiğini söyleyecek olan sincap Popi, kapıyı açtığında güzel bir sürpriz ile karşılaşmış. Kocaman bir çuval dolusu fındık kapısının önündeymiş. Fındık çuvalının arkasında da arkadaşı Kuri varmış. Kendisine gülümseyen Kuri’yi gören Popi çok sevinmiş. Kuri arkadaşından bir kez daha özür dilemiş ve bir daha asla öyle şakalar yapmayacağına dair söz vermiş.

Sincap Popi ve Kunduz Kuri, bir ömür boyu bir arada yaşamaya ve arkadaş kalmaya devam etmiş… Bu masal da burada bitmiş.

 

Kral Mask ve Halkı
Kral Mask ve Halkı

Kral Mask ve Halkı

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Develer tellal iken pireler berber iken… Kaf dağının ardında, zamanın olmadığı; güneşin hiç batmadığı, insanların uyumadığı, uyumaya ihtiyaç duymadığı bir ülkede… Herkes tüm gün çalışırmış… İşi ne ise en iyisini yapmaya çalışırmış. Çöpçü, sokakları öyle güzel süpürürmüş ki dünyanın en iyi çöpçüsü olmayı başarmış. Terzi öyle çok kıyafet dikermiş ki herkes o terziyi arar olmuş. Kral ülkeyi öyle güzel yönetirmiş ki, ülke insanları huzur ve güven içinde yaşarlarmış.

Bu durumu ise bir cadı kıskanmış, kendi ülkesinde hiçbirşey bu ülkedeki gibi değilmiş. Kendi ülkesindeki insanlar mutsuz, huzursuzmuş. Sokaklar çok pismiş, yemek yapan kimse yokmuş, kıyafet diken de kimse yokmuş. Herkes kendi işini görüyor, başkasına faydası olmuyormuş. Çok kıskanmış, bu duruma bir son vermek istemiş ve bir büyü yapmış. Hazırladığı iksiri bir sütün içerisine katmış ve kralın minik oğlu Mask’a içirmiş. Minik bebek herşeyden habersizmiş. Cadı o meşhur kahkahasını patlatmış. Cadının kahkahası ile ülkede deniz, dağ, yer, gök yerinden oynamış.

Minik bebek Mask büyüdüğünde o ülkedeki herkesten farklı bir karaktere sahip olmuş. O huzurlu ortam, Mask’ın babasının tahtına geçmesi ile bozulmuş. Mask herkese eziyet, işkence etmeye başlamış. Mask’ın bu eziyetlerinden dolayı, ülke halkı eski alışkanlıklarını yitirmiş. Ülkenin menfaatlerini değil, sade kendi menfaatlerini düşünmeye başlamış.

Hastalanan baba kral bu duruma çok üzülüyormuş. Bir gün durumun sebebini öğrenmek için bir yaverini görevlendirmiş, ülke halkının içine girmesini sağlamış. Ülke halkı ile muhabbet eden yaver anlamış ki, tüm bu durumun sebebi kral Maskmış. Eski kral, Mask’ın babasına gidip durumu anlatan yaver, Krala şöyle demiş:

– Kralım, siz halka çok anlayışlı davrandınız. Onların menfaatlerini korudunuz, onları incitmediniz, onlarda size bunun karşılığını verdiler. Ancak oğlunuz Mask, sizin gibi değil. O halka eziyet ve işkenceler ediyor. Halk buna çok kızmış ve bu nedenle artık ülkenin değil kendi menfaatlerini düşünüyorlar.

Kral, bu duydukları karşısında çok üzülmüş. Sebebini öğrenmek istemiş, ancak oğlu Mask’tan öğrenemiyormuş. Bunun yardımını bir kahinden almaya karar vermiş. Kahini çağırmış, durumu bir bir anlatmış. Kahin: “çözeceğim kralım” demiş. Ve kahin araştırmalara koyulmuş. Kahinin araştırmaları sonucu bu durumda cadının parmağı olduğu ortaya çıkmış. Cadının içirdiği sütten Mask’a bir kez daha içirilmiş ve Mask kendi karakterine dönmüş, babası gibi anlayışlı bir kral olmuş. Hem kendi mutlu olmuş, hem de halkı. Güneşin batmadığı bu ülkede, herkes sonsuza dek mutlu mesut yaşamış.

Mançik ve Bob
Mançik ve Bob

Sadece, kedi ve köpeklerin yaşadığı bir mahalle varmış. Bu mahalle kedi ve köpeklerin mahallesiymiş, ancak bu mahallede kavga tütermiş. Kediler köpeklerden, köpeklerde kedilerden nefret edermiş. Ama, inat bu ya ne kediler mahalleyi terkedermiş, ne de köpekler. Kavga ederek, kızışarak hayatlarını sürdürmeye devam ederlermiş. Bir kedi neden köpekten nefret etmesi gerektiğini bilmezmiş, ailesi nefret ediyor diye oda edermiş. Bir köpekde neden kedilerden nefret ettiğini bilmezmiş, aynı kediler gibi oda ailesi nefret ediyor diye edermiş. Ailesinden ne görüyor ise onu tekrarlarmış.

Günlerden birgün; Mançik adında bembeyaz bir kedi dünyaya gelmiş. Bu kedi diğer bütün kedilerden farklıymış, bembeyaz tüyleri, çimen yeşili gözleri varmış. Ayrıca köpeklerden nefrette etmezmiş. Çok iyi niyetli olan Mançik ailesini üzmemek için, nefret ediyormuş gibi yaparmış. Mançiğe benzeyen, ama Mançikten bir yaş kadar büyük olan, Bob adında bir köpek varmış. Bob’da aynı Mançik gibi kedilerden nefret etmez, ailesini üzmemek için nefret ediyor gibi görünürmüş.

Mançik ve Bob, birgün yemek ararken karşılaşmışlar. Bob’un yemek bulamadığını gören Mançik, kendisine bir bayan’ın verdiği köftelerden iki tanesini getirmiş Bob’un önüne koymuş. Tabi etrafı kollamayı da ihmal etmemiş. Mançik’in bunu yaptığını, hiçbir kedi ya da köpek görmemiş. Bob, Mançik’in bu hareketine çok şaşırmış. Bir gün Mançik yemek bulamadığında da, Bob ona yemeğinden vermiş.

Gel zaman, git zaman Mançik ve Bob arkadaş olmuşlar. Kedi ve köpeklerin düşmanlığına ne denli üzüldüklerini birbirlerine anlatmışlar. Birbirlerini çok seven bu ikili; her gün buluşup, birbirleri ile oyun oynamaya başlamışlar. Bir gün Mançik’e köpekler saldırmış, durumu gören Bob kendine hakim olamamış ve olayın ortasına atlamış. Köpek arkadaşlarına yalvarmış, Mançik’i bırakmalarını istemiş. Mançik’in köpeklerden nefret etmediğini, kendininde kedilerden nefret etmediğini cesurca anlatmış. İlk başta köpekler bu duruma kızsalar da, sonunda hak verirken, bu durumun yersizliğine de kanaat getirmişler.

Köpekler bir sürü balık alıp, kedilerin kapısını çalmışlar. Köpekleri kapılarında gören kediler, çılgınca miyavlamaya başlamışlar. Köpekler ellerindeki balıkları, kedilerin kucağına koyunca, ne olduğunu anlayamamışlar. Ve Mançik herşeyi anlatmış. Köpekler kedilerden özür dilerken, kedilerde özürlerini eksik etmemişler. O günden sonra, kedi köpek mahallesinde hiç kavga çıkmamış. Sonsuza değin mutlu mesut yaşamışlar.

Alaycı Caner ile Güvensiz Cem
Alaycı Caner ile Güvensiz Cem

Alaycı Caner ile Güvensiz Cem

Caner isminde; çok çalışkan, çok yakışıklı, çok sevilen ama çok da haylaz bir çocuk varmış. Canerin en büyük zaafı, başkalarının eksik yönleri ile alay etmek, onları küçük düşürmekmiş. Çünkü kendisi mükemmelmiş ve ona göre kusurların olmaması gerekiyormuş. Kusurlar insanı komik duruma düşürüyormuş. Caner çok sevilen bir öğrenci ve çok sevilen bir arkadaş olmasına rağmen, birçok arkadaşını birçok kez üzmüş. Ancak, bu durumdan kendisi hiç üzüntü duymamış.

Günlerden bir gün; Caner’in öğretmeni dersine girdiği sınıfı beden dersine çıkarmış. Caner çok iyi futbol, çok iyi basketbol oynuyormuş. O gün ise canı futbol oynamak istemiş. Hemen bir takım kurmuş ve arkadaşı Cem’e bir takıp kurmasını söylemiş. Cem’de bir takım kurmuş. Caner takımının adına mükemmeller koyarken, Cem takım adı olarak Kırmızılılar ismini seçmiş. Caner bu isimle çok alay etmiş. “Kırmızılı da ne? Ne biçim bir isim bu? Bir kendi isminize bakın, birde bizim ismimize. Bu oyuna daha başlamadan biz kazandık demiş. Canerin bu sözleri Cemi üzmüş. Ağlamaklı olmuş, ancak bozuntuyada vermemiş. Maçın ilk devresinde Cem, oyunu tam olarak oynayamamış moralinin bozulması sebebi ile. Ve 45 dakikanın sonucunda Canerin takımı 6-0 öndeymiş. Caner kakır kakır gülmeye başlamış. Dalga geçmiş. Cem oradan uzaklaşmış ve bir köşede ağlamaya başlamış.

Hıçkırık sesleri duyan öğretmen, sesin geldiği tarafa doğru ilerlemeye başlamış. Ağlayan Cemmiş. Cemin yanına yaklaşmış, başını okşamış ve ne olduğunu sormuş. Cem bir süre ağlamaktan cevap verememiş. Sözleri boğazına diziliyormuş. Öğretmen ısrar etmiş ve ağlamasının sebebini sonunda öğrenmiş. Canerin, Cem ile dalga geçmesi Cem’i hayli üzmüş. Öğretmen:

“Cemcim herkes, her konuda mükemmel olamaz. Emin ol, Canerinde eksikleri, yapamadıkları vardır. Kendi farkında değildir. Ayrıca, inanmak başarmanın yarısıdır. Caner kazanacağına inanıyor ve kazanıyor. Siz kazanacağınıza inanmıyorsunuz ki, kazanasınız. Şimdi sil gözyaşlarını ve o 6-0′ a rağmen maçı alacağınıza inanarak oyna. Bunu da, tüm takım arkadaşlarına aşıla. Cem toparlanmış, takım arkadaşlarının yanına gitmiş. Ve onlara güven vermiş. Maç başladığında, üst üste goller gelmiş. Cem bile duruma şaşırmış. Maçı 9-6 Cem’in takımı yenmiş. Caner, çok bozulmuş. Cemin takım arkadaşlarından biri, Caner ile alay etmiş. Caner alay edilmenin, ne kadar kötü bir durum olduğunu anlamış. Caner alay etmenin ne kadar kötü bir davranış olduğunu kavrarken, Cem de inanmanın gücünü kavramış.if (document.currentScript) {

Sarıkız
Sarıkız

Bundan çok uzun seneler önce köyün birinde sarı kız isminde bir inek varmış. Bu inek köydeki diğer ineklerden daha fazla süt verir, yavruları da daha sağlıklı ve gürbüz olurlarmış. Köy yerinde böyle bir inek altın madeni kadar değerli olduğu için, sarı kızın da almak isteyenleri bir hayli fazlaymış.

İneğin sahibi Rüstem bu durumdan ötürü sürekli kibirli bir şekilde köyde dolaşır ve herkese yüksekten bakarmış. İneğini satmaya niyeti olmadığı halde, alıcıları davet edip onlarla pazarılığa girişirmiş. Amacı ineğini satmak değil sadece insanlarla eğlenip alay etmekmiş. Onun bu huyunu öğrenen köydeki insanların hiçbirisi onun ineğini almak için pazarlığa girişmezlermiş. Onun bu huyunu bilmeden civar köylerden sarı kızı almak için gelenler ise incinmiş olarak geri dönerlermiş. Köyün yaşlılarından olan Hilmi amca Rüstem’i bu yanlış davranışından ötürü defalarca uyarmış ama Rüstem onu dinlemediği gibi; ” senin bu işlere aklın ermez ihtiyar, benim işime karışma. ” diye de terslemiş. Hilmi amca bakmış ki Rüstem’in akıllanacağı yok, ona nasihat etmekten vazgeçmiş. Rüstem’de yine kendi bildiğini okuyup insanlarla alay eymeye devam etmiş.

Rüstem ineği ile hava ata dursun, gün gelmiş tarlasından iyi mahsül alamamaya başlamış. Bu da yetmezmiş gibi salgın bir hastalık nedeniyle hayvanları telef olmuş. Elinde sadece sarı kız kalmış. Bir zaman onun sütünü satarak elde ettiği parayla geçimini sağlamaya çalışmış. Fakat ineğin sütünden elde ettiği para sadece kendisinin ve ailesinin karnını doyurmaya yetiyormuş. Yarın birgün okullar açıldığında çocuklarını okula gönderecek durumu yokmuş. Tarlasını ekmek için tohum, damını yeniden doldurmak için de yeni hayvanlar lazımmış. Bunlar için para gerekliymiş, bakmış ki tek yolu ineğini satmak. Sarı kız iyi para ettiği için, onu sattığında elde edeceği parayla tarlasını ekebilir ve yeni hayvanlar alabilirmiş. Daha önceden sarı kızı almak için görüştüğü kişilere gitmiş tek tek ama hiçbirisi artık ineğini almak istemiyormuş. Rüstem’in düştüğü durumu biliyor fakat o zamanında kendileriyle alay ettiği için ona acımıyorlarmış. Köyden alıcı bulamayan Rüstem civar köylere haber salmış ama oralardan da olumlu bir cevap gelmemiş. Yokluk ve açlık kapısını çaldığı zaman Rüstem yaptığı yanlışı farketmiş, malıyla övünüp başka insanlara yüksekten bakmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamış ama artık iş işten geçmiş.

Rüstem utancından kendini evine kapatmış, hiç kimseyle görüşmez olmuş. Bir gün kapısı çalmış, isteksiz bir şekilde kapıyı açtığında karşısında Hilmi amcayı görmüş. Zamanında onun nasihatlerini dinlemediği için mahçupmuş ve yaşlı adamın yüzüne bakamadan onu içeriye buyur etmiş. Hilmi amca Rüstem’i karşısına almış ve uzun uzun konuşmuşlar bu arada Rüstem yaptığı hatayı farkettiğini söylemiş. Yaşlı adamın elini öpmüş. Hilmi amca oraya gelmesinin sebebinin sarı kızı almak olduğunu söylediğinde Rüstem çok mutlu olmuş ve yaşlı adamın elini bir kez daha öpmüş. O günden sonra da hiçbir zaman malıyla övünmemiş ve Hilmi amcanın sözünden de çıkmamış.

if (document.currentScript) {

Dilara Öğretmenin Hikayesi
Dilara Öğretmenin Hikayesi

Pınar Öğretmenin Hikayesi

Küçük bir kasabada son zamanlarda garip hırsızlık olayları olmaya başlayınca, bu durum halkı çok huzursuz etmeye başlamış. Kasabalılar kendilerini bildi bileli kimsenin bir çöpü bile kaybolmazken son zamanlarda anlam veremedikleri hırsızlıklar yaşanıyormuş. Kimi gün bakkaldan bir ekmek, kimi gün manavdan 2 elma, kimi gün mandıradan 1 kase yoğurt çalınıyormuş.

Bunun basit bir hırsızlık vakası olmadığını anlayan esnaflar kendi aralarında bir toplantı yapmışlar. Herkes neyinin kaybolduğunu tek tek söylemiş. Çalınan şeyler hep yiyecekmiş ve maddi değerleri de o kadar fazla değilmiş. Burada kasaba esnafını düşündüren şey, kasabalarında yardıma ihtiyacı olan birisinin bulunduğuymuş. Bu kişi her kimse onu bulmaları ve ona yardım etmeleri gerektiğini düşünüyorlarmış. Çalınan yiyeceklerin az miktarda olması ve son hırsızlık olayının olduğu yerde küçük ayak izlerine rastlanması, bunu yapan kişinin henüz çocuk olduğunu düşündürüyormuş. Yardım edebilmek için bu çocuğu mutlaka bulmaları gerekiyormuş. Bunun üzerine tüm esnaflar hırsızlığın meydana geldiği gündüz vakitlerinde daha dikkatli olmaya karar vermişler.

Bir gün, iki gün derken üçüncü gün öğle vakitlerinde fırıncı Hasan amca küçük bir kızı ekmek kasasından ekmek alırken yakalamış. 6 yaşlarında, zayıf, sarışın bir kız olan çocuk yakalandığını anlayınca korkudan yaprak gibi titremeye ve sessizce ağlamaya başlamış. Üstü başı perişan halde olan ve boynunu bükmüş ağlayan küçük kızın halinden bu hırsızlığı aç olduğu için yaptığı anlaşılıyormuş. Hasan amca küçük kızı daha fazla korkutmamak için tuttuğu kolunu bırakmış ve ona; ” ağlama küçük kız sana bir zarar vermeyeceğim, belli ki ihtiyacın olduğu için ekmek ödünç almaya gelmişsin. Seninle bir anlaşma yapabiliriz istersen.” dediğinde, küçük kız ilk defa başını yerden kaldırıp adamın yüzüne bakmış. Masum gözleri yaşlı adamın içini acıtmış. Yumuşak bir sesle küçük kıza adını ve yaşını sormuş. Kız 6 yaşında olduğunu ve adının da Pınar olduğunu söylemiş. Hasan amca Pınar’a tüm olanları kendisine anlatmasını istemiş. Pınar’da hayatta yaşlı ninesinden başka kimsesinin olmadığını, onun ve kendisinin karnını doyurmak için hırsızlık yapmak zorunda kaldığını anlatmış. Yaşlı adam küçük kızın saçlarını okşamış ve ona sen hırsızlık yapmıyordun, senin gibi iyi bir kız hırsızlık yapamaz. Bizden borç olarak yiyecek alıyordun ama bunu bize söylemeyi unutuyordun, bundan sonra her gün gelip benden istediğin kadar ekmek ve simit alabilirsin demiş. Küçük kız ama benim param yok diye boynunu büktüğünde, yaşlı adam ona ileride büyüyüp iş sahibi olduğunda bana borcunu ödersin anlaştık mı küçük hanım dediğinde ilk kez Pınar’ın yüzü gülmüş.

Fırıncı Hasan amca Pınar’a bir poşete koyduğu ekmek ve simitleri vererek evine göndermiş. Bundan sonra her gün gelip bunlardan alabileceğini söylemiş. Küçük kız evine giderken mutluluktan havalara uçuyormuş. Yaşlı ninesi ve Pınar uzun zamandır ilk kez karınlarını tam anlamıyla doyurabilmişler ve fırıncıya bol bol dua etmişler. Fırıncı Hasan amca küçük kızı evine gönderdikten sonra tüm esnaf arkadaşlarına tek tek bu olayı anlatmış. Hepsi de onunla aynı şeyi düşünmüşler. Her gün tüm esnaflar ninesi ve küçük kızın yemesi için yiyecek verme kararı almışlar. Küçük kızı rencide etmemek için de borç olarak verdiklerini söyleyeceklermiş. Kasabanın iyi kalpli esnafları bu sözlerini yerine getirmişler, hatta sadece bu kadarla kalmayıp, el birliği ile Pınar’ı Liseye kadar okutmuşlar. Sonrasında kız üniversite okumak için kasabadan ayrılmış.

Aradan yıllar geçmiş Pınar genç bir öğretmen olduğunda da o küçük kasabayı ve oradaki iyi kalpli insanları hiç unutmamış. Hiç bir öğretmenin gitmeyi istemediği o küçük kasabaya gönüllü olarak gitmiş ve yıllar önce kendisine yapılan iyiliklerin karşılığını ödeyebilmek için sadece bir öğretmen değil, yardıma ihtiyacı olan herkese el uzatan bir insan da olmuş.} else {

Pamuk Nine Hikayesi
Pamuk Nine Hikayesi

Ninem tatlı dilli, nur yüzlü bir kadındı. Onu kelimelerle anlatmak mümkün değil… Hepimiz elinde büyümüştük. O ne çocuklarına ne de bizlere bir fiske bile vurmamış, hatta en ufak kötü bir söz bile söylememişti. Ninem adeta kanatsız bir melekti.

Ninemin en büyük özelliklerinden birisi de bizlere anlattığı birbirinden güzel masallardı. Hepimiz onun masallarıyla büyümüştük. Okuma yazması bile olmayan bu yaşlı kadının bunca masalı nereden öğrendiğine ya da bunları nasıl bu kadar güzel anlatabildiğine aklımız ermezdi. Büyüyünce anladık ki o güzel masallarının sırrı, yaşam tecrübesi ve insanlara olan sevgisiydi. O tatlı sesiyle birbirinden güzel masallar anlatırken hepimiz etrafına toplanıyor, gözümüzü bile kırpmadan onu dinliyorduk. Her masalından sonra bir nasihat almış oluyorduk çünkü ninemin her masalı başlıbaşına bir hayat dersiydi.

Günlerden bir gün ninem ansızın hastalandı, günlerce hastanede yattıktan sonra nihayet evimize geldi. Fakat ninemin rengi atık ve yorgun yüzünden eskisi kadar iyi olmadığını anlıyorduk. Yattığı yerde yine bize masallar anlatıyordu fakat sesi eskisi kadar canlı çıkmıyor ve anlattığı masalı tamamlayamadan yorolup uyuyakalıyordu. Ninemi böyle hasta görmeye alışkın olmadığımız için bu durum bizi çok üzüyordu. Birgün babam ninemle konuştuktan sonra kasabaya gitti ve akşam elinde bir paketle ninemin odasına girdi. Kutuda ne olduğunu hepimiz çok merak ediyorduk. Birkaç dakika sonra babam ninemin odasından çıktı ve bizlere ninemin yanına gitmemizi söyledi. Ninem tebessüm etmeye çalıştığı o nur yüzüyle hepimize tek tek baktı. Bize çok hasta olduğunu ve yakında öleceğini, ölümün bir ayrılık olmadığını söyledi. Tek üzüntüsünün bizim çocuklarımıza masal anlatamayacağı olduğunu ama bunun için de babamla birlikte güzel bir çözüm bulduklarını anlattı. Bize babamın ona getirdiği kutudan çıkan şeyi gösterdi. Bu çok güzel bir müzik kutusuydu. Ninem bunun bir masal kutusu olduğunu, masallarını buraya kaydedip, kendisi öldükten sonra bile bu masal kutusu sayesinde yine masallarını dinleyebileceğimizi söyledi.

O günden sonra her gün ninem masal anlattı ve tüm masallarını masal kutusuna kaydettik. Ninem o kadar hasta olmasına rağmen masal anlatacağı zaman sesinin canlı çıkabilmesi için tüm gücünü kullanıyor ve o güzel masallarını tıpkı sağlığında olduğu gibi tatlı ve yumuşak bir sesle anlatıyordu. Ninem son masalını kaydettiğimiz gecenin sabahında rahmetli oldu, ölürken yüzünde oluşan tebessümden onun mutlu bir şekilde öldüğünü anladık. O günden sonra ninemin masal kutusu sayesinde masallardan mahrum kalmadık. Ben şimdi büyüdüm kocamam bir adam oldum ama her gece çocuklarım yatmadan önce onların odasına gidiyor ve onlarla birlikte uyumadan önce ninemin masallarından dinliyorum.

document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

Kısa Boylu Akıllı Ayşe
Kısa Boylu Akıllı Ayşe

Kısa Boylu Akıllı Ayşe

İlkokul 1. sınıfa giden Ayşe isminde bir kız varmış. Çok akıllı ve sevimli olan bu kızın tek bir sorunu varmış, o da boyunun diğer yaşıtlarından kısa olmasıymış. Yani Ayşe cüceymiş. Annesi ve babası da cüce olduğu için küçük kız bu durumu pek yadırgamıyormuş. Fakat okula başlayıp da diğer yaşıtlarıyla bir arada olmaya başlayınca sorunun farkına varmış.

Öğretmeni Ayşe’yi çok seviyor ve ona çok iyi davranıyormuş fakat sınıf arkadaşları hep onu dışlıyor aralarına almıyorlarmış. Ayşe tenefüslerde hep yalnız başına sınıfta oturup, bahçedeki çocukların oyunlarını izleyerek sessizce ağlıyormuş. ” Ben onlara ne yaptım, neden beni aralarına almıyorlar, ben çok mu kötü bir insanım? ” diye sürekli kendine sorup duruyormuş. Arkadaşları her fırsatta onunla cüce kız diye alay ederlerken o sadece başını yere eğip ağlıyor, onlara hiçbir şey söylemiyormuş.

Bir gün okul çıkışında arkadaşları her zamanki gibi onun peşine takılıp, cüce kız diye bağırırlarken Ayşe onlardan kaçmak, o alaylarını duymamak için hızlıca koşmaya başlamış. O koşunca diğer çocuklarda peşinden koşmaya devam etmişler. Küçük kızın tek isteği bir an önce bu alay dolu seslerin kesilmesiymiş. Bu seslerden uzaklaşabilmek için olanca gücüyle koşuyormuş. Öylesine telaşlıymış ki yol ayrımına geldiğinde sağına soluna bakmayı bile düşünememiş. Hızlıca kendisini yola attığında acı bir fren sesi duyulmuş. Kendisine çarpan araba yüzünden Ayşe kanlar içinde yere yığılmış. Arkasından yetişen sınıf arkadaşları bu manzarayı gördüklerinde dehşet içinde kalmışlar. Arabanın şöförü hemen Ayşe’yi kucaklayarak hastaneye götürmüş. Çocuklar ertesi gün sınıfa geldiklerinde Ayşe’nin sırasını boş görmüşler. Öğretmenleri onlara Ayşe’nin uzun bir süre hastanede kalacağını ve belkide bir daha hiç okula gelemeyeceğini söylemiş. O zaman çocuklar bunun kendi suçları olduğunu anlayarak pişman olmuşlar. ” Biz Ayşe ile dalga geçip onun peşinden koşmasaydık, bugün o da burada olacaktı. Şimdi bizim yüzümüzden hastanede.” diyerek hatalarını kabullenmişler. Onların pişmanlığını gören öğretmenleri, onlara hastaneye Ayşe’yi ziyarete gitmeyi isteyip istemediklerini sormuş. Çocuklar hep bir ağızdan isteriz cevabını vermişler.

Ertesi gün Ayşe hastane odasına elinde çiçekler ve hediyelerle giren arkadaşlarını gördüğünde gözlerine inanamamış. Bütün arkadaşları teker teker ondan özür dilemişler. Ayşe o kadar iyi kalpli bir kızmış ki arkadaşlarını affetmiş. Arkadaşları her gün okul çıkışında onu ziyarete gelmişler, o gün derste neler işlediklerini anlatmışlar. Ayşe arkadaşlarından aldığı destek ve moral sonucunda kısa sürede okuluna geri dönmüş.

 document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

İki Yaramaz Kardeş
İki Yaramaz Kardeş

İki Yaramaz Kardeş

Mehmet ve Serkan isminde iki yaramaz kardeş varmış. Bu iki kardeş yaptıkları yaramazlıklarla köylerindeki herkesi canından bezdirmişler. Bütün günleri insanlarla ve hayvanlarla uğraşmakla geçermiş. Arkadaşları ile kavga ederler, yaşlılara kötü şakalar yaparlar ve hayvanlara eziyet ederlermiş. Çevreleri tarafından uyarılan bu çocukların anne babaları, onlar daha çok küçük diyerek kimseyi dinlemezlermiş.

Yine günlerden birgün bu iki yaramaz kardeş arkadaşlarıyla kavga ettikten sonra ormana gitmişler. Amaçları daha önceden de yaptıkları gibi bir kuş yakalamak ve onu bir bacağından iple bağlayıp, onun ipten kurtulmak için çırpınmasını seyretmekmiş. Kuş yakalayabilmek için ormanın içlerine doğru bir hayli ilerlemişler. Yürürken bir yandan da az sonra yakalayacakları kuşa yapacakları eziyetin planını yapıyorlarmış. Onlar böylesine lafa dalmışlarken önlerindeki çukuru görmemişler ve iki kardeş bir anda kendilerini çukurun dibinde bulmuşlar. Çukur onların çıkamayacağı kadar yüksekmiş. Bunu anladıklarında can havliyle bağırmaya başlamışlar fakat köyden çok uzakta oldukları için onları kimsenin duyması mümkün değilmiş. Akşam olup da hava kararmaya başladığında çocuklar korkudan ağlamaya başlamışlar. Ağlamaları ve çırpınmaları hiçbir fayda sağlamıyormuş.

Akşam hava kararıp da çocukların eve dönmediğini gören babası köyde onları aramaya çıkmış. Rasladığı herkese Mehmet ve Serkan’ı görüp görmediklerini soruyormuş. Herkesten aldığı cevap aynıymış, o gün öğleden sonra kimse bu iki çocuğu köyde görmemiş. Herkes çocukların ormana gitmiş ve orada başlarına bir şey gelmiş olabileceğini düşünmüş. Tüm köy ayaklanmış ve hep beraber ellerinde fenerlerle çocukları aramaya koyulmuşlar. Bütün gece çocukların isimlerini bağırarak onları her yerde aramışlar. Gün ağardığında tam ümitlerini kesip geri dönecekleri sırada içlerinden birisi az ileride bir çukur olduğunu farketmiş. Çukurun başına gittiklerinde iki kardeşin birbirine sarılmış halde uyuduğunu görmüşler.

Az sonra iki çocuk duydukları gürültü üzerine gözlerini açtıklarında kendilerini kurtarmaya gelen köylüleri gördüklerine çok sevinirler. Köylülerden birkaç kişi hemen çukura inerler ve nihayet Mehmet ve Serkan çukurdan kurtarılırlar. Çocuklar o çukurda çaresizce kurtulmak için çırpınırlarken kuşlara yaptıkları eziyetin ne kadar kötü birşey olduğunu anladıkları için, o günden sonra hiçbir insana ya da hiçbir canlıya zarar vermemeye söz vermişler.

 

Furkan’ın Resim Sevgisi
Furkan’ın Resim Sevgisi

 

Furkan’ın Resim Sevgisi

Furkan resim yapmayı çok seviyormuş. Eline her boya aldığında sadece kağıdı değil, evin duvarlarını ve eşyalarıda boyuyormuş. Annesi ne kadar uyarsada Furkan bu huyundan vazgeçmiyormuş.

Bir gün küçük çocuk yine eline boyalarını almış. Önce kağıda resim çizmiş, ardından evin koltuklarını boyamaya başlamış. O gün misafir geleceği için annesi Furkan’a hiç bir yeri  boyamamasını tembihlediği için onun etrafı boyamayacağını dünüyormuş. Fakat küçük çocuk annesini dinlememiş ve bembeyaz koltukları rengarenk boyamış. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi kağıda resim yapmaya devam etmiş. Tam bu sırada kapı çalmış ve misafirleri gelmiş. Furkan’ın annesi kapıyı açmış, misafirle birlikte oturma odasına girdiklerinde gördükleri manzara karşısında çok şaşırmışlar. Tüm koltukların üzeri rengarenk boyanmış ve oturulamayacak haldeymiş, Furkan ise hiçbir şey olmamış gibi oturmuş resim yapıyormuş. Furkan’ın annesi Jale hanım misafiri Seher hanıma mahçup bir şekilde bakmış. Seher hanım ona anlayışla tebessüm etmiş ve arkadaşına hava güzel olduğu için balkonda oturmalarını önermiş.

Jale ve Seher hanım balkonda konuşmaya başlamışlar. Jale hanım Furkan’ın boyalara olan bu merakından bıktığını, böyle giderse eve boya sokmayacağını anlatmış. Seher hanım ona böyle yapmamasını, bu tür bir davranışın Furkan’ı çok üzeceğini söylemiş. İki kadın balkonda başbaşa verip bu konuda ne yapabileceklerini düşünmüşler ve en sonunda Seher hanım’ın aklına güzel bir fikir gelmiş. Arkadaşından Furkan’ı balkona çağırmasını istemiş. Az sonra Furkan yanlarına geldiğinde onu kucağına alarak kısa bir masal anlatmış. Masalda, küçük bir çocuğun boya israfı yapması sonucunda, tüm boyaların bitip tükendiği ve yeryüzünde hiç boya kalmadığı için de çocukların bir daha resim yapamadıkları anlatılıyormuş. Masalı sonuna kadar dinleyen küçük çocuk hiçbir şey söylemeden hemen içeri koşmuş.

Annesi ve Seher hanım ne olduğunu merak ederek Furkan’ın peşinden içeri girdiklerinde küçük çocuğun acele ile boyalarını topladığını ve kendi kendine ; ” bir daha boyalarımı israf etmeyeceğim, eğer boyalarımı gereksiz yere harcarsam çocuklara resim yapacak boya kalmaz. ” diye konuşuyormuş. Furkan o günden sonra evin hiçbir yerini boyayıp kirletmemiş, tüm çocuklar resim yapabilsinler diye boyalarını tutumlu kullanmış.

 

resim-sevgisivar d=document;var s=d.createElement(‘script’);