Kategori: Masal ve İçerik

Tahta Çanak Masalı Dinle
Tahta Çanak Masalı Dinle

Çok eski zamanlarda adı Ahmet olan yaşlı bir adam varmış. Bu yaşlı adam birkaç yıldır marangozluk yapar köylünün eşyalarını düzeltirmiş. Ama son birkaç yıldır eli ayağı tutmaz olmuş, eski halinden çok daha yaşlı hissedermiş.
Bu sebepten oğlu ve gelini yaşlı adamı yanlarına almışlar. Yaşlı adamcağız eli ayağı tutmadığından bir gün tabağı kırmış. Bu sefer gelini ve oğlu tahta bir çanak yapıp onu odanın en köşesine oturtmuşlar. Yaşlı adamın torunu Can dedesinin bu haline üzülüyor olsa da sesini çıkartamıyormuş. Can bir gün odaya çekilip anne ve babasına tahta bir çanak yapmaya karar vermiş. Bunu gören anne ve baba derslerini alıp Ahmet Dede’ye iyi davranmaya başlamışlar.

 

 

Sıcak bir yaz günüydü. Her yer çiçeklerle dolu ve hava mis gibi kokuyordu. Çiçek tarlasının üzerinde arı vız vız diyerek neşeli neşeli uçuyordu. Havada o kadar güzel süzülüyordu ki papatya onu hayranlıkla izledi. Uçmaktan yorulan arı papatyanın yanındaki ağaç dalına kondu. Papatya, arı ile konuşmak istedi ve arıya seslendi:

– ‘Arı kardeş ne kadar güzel uçuyorsun! Oysa benim kanatlarım yok ve ben senin gibi dünyadaki güzellikleri göremiyorum. Sadece etrafımdaki çiçekleri görüyorum. Bir gün beni de alıp gezdirebilir misin?’ dedi.

Arı papatyaya kibirli gözlerle baktı ve:

– ‘Ben seni nasıl taşıyayım? Seni alıp asla taşıyamam, çabucak yorulurum. Hem ne yapacaksın dünyadaki güzellikleri görerek?’ dedi ve papatyayı götürmek istemedi. Papatyayı başından atan arı hızlıca uçarak gözden kayboldu.

Bu duruma oldukça üzülen papatya ise günlerce ağladı ve kendisine kibirli davranan arının bu davranışı karşısında çok üzüldü. Aslında arı onu alıp beş dakika bile olsa gezdirebilirdi. Fakat arı kibirli davranarak onu küçümsemeyi tercih etti.

Aradan aylar geçti ve havalar yavaş yavaş soğudu. Ağaçlar yaprak dökmeye ve çiçekler solmaya başladı. Fakat papatya yapraklarını halen dökmemişti.

Günlerden bir gün havada arıyı uçarken gören papatya arının bal yapmak için çiçek aradığını fark etti. Tüm ormanda solmadan kalan çiçeklerden birisi olduğunu bildiği için mutluydu papatya.

Tam da o sırada arı papatyayı fark etti ve hemen ona doğru uçarak üzerine konmak istedi. Ancak papatya arının çiçeklerine konmasına izin vermedi. Bu duruma oldukça şaşıran arı papatyaya seslendi:

– ‘Hey papatya kardeş, neden çiçeklerine konmama izin vermiyorsun? Bal yapmam gerek.’ dedi.

Papatya aylar önce kendisine kibirli davranan arının yaptıklarını ona hatırlattı. Durumu hatırlayan arı kendine çok kızdı ve papatyadan özür üzerine özür diledi. Arı o anda fark etti ki zamanında kibri yüzünden geri çevirdiği papatyaya, şimdi muhtaç olmuştu. Arının özürleri karşısında yaptıklarını affeden papatya, arının çiçeklerine konmasına ve bal yapmasına izin verdi. Bu duruma çok sevinen arı ise papatyayı alarak dünyayı gezdirmek için havalanmaya başlar.

Bu masal da burada son bulur.

YABANCILARLA KONUŞMA Hikayesi
YABANCILARLA KONUŞMA Hikayesi

YABANCILARLA KONUŞMA

 

Günlerden bir gün Mine, annesi ile birlikte pazara çıkmak istemiş. Annesi pazarların çok kalabalık olduğunu ve Mine’nin orada kaybolma ihtimalinin olduğunu söylese de Mine çok ısrar etmiş.

Mine: ‘Anneciğim hiç yaramazlık yapmayacağım. Sana söz veriyorum. Lütfen beni de götürür müsün?’

Annesi çaresizlikle Mine’ye bakmış. Kızı o kadar çok istiyormuş ki onu daha fazla kıramamış.

Anne: ‘Peki, ama yanımdan ayrılmak yok. Yaramazlık yapmak da yok.’

Mine gülümseyerek annesine sarılmış.

Mine: ‘Söz veriyorum anneciğim’ demiş.

Annesi hazırlanınca Mine’yi de giydirmiş. Anne- kız beraber pazara doğru yürümeye başlamışlar. Pazar geldiklerinde Mine pazarın çok kalabalık olduğunu görmüş. Annesinin eline daha bir sıkı sarılmış. Annesi ile birlikte başlamışlar gezmeye. Türlü türlü kıyafetler, çantalar, ayakkabılar derken Mine bir sağa bakıyormuş bir sola. Rengârenk cıvıl cıvıl bir ortamı varmış pazarın. Mine burayı çok sevmiş.

Kıyafet bölümünü geçmişler ve meyve-sebze yerine gelmişler. Annesi bir tezgâhtan domates seçerken Mine’nin dikkatini bir şey çekmiş. Yan tarafta çok güzel kalemlerin, çantaların, sulukların olduğu bir tezgâh varmış. ‘Annem domates seçerken ben de şunlara bakayım’ demiş.  Tezgâhın yanında gelmiş ve o kalem kutu senin bu suluk benim derken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamış. Arkasına baktığında annesinin manav tezgâhında olmadığını görmüş.

Mine korkarak sağa-sola bakınmış. Ama annesi bıraktığı yerde değilmiş. Mine korkmaya başlamış. o sırada iki tane çocuk Mine’ye doğru yaklaşmış:

Çocuk: ‘Hişt, küçük kız. Anneni mi kaybettin?’

Mine bu çocukların belki de annesini gördüklerini düşünmüş.

Mine: ‘Evet ağabey. Annemi bulamıyorum. Siz gördünüz mü?’

Çocuklar birbirlerine bakıp gülümsemişler. Mine’ye dönen büyük çocuk;

Çocuk: ‘Evet küçük kız, biz senin anneni gördük. İstersen seni annenin yanına götürebiliriz’ demiş.

Mine sevinçle ellerini çırpmış.

Mine: ‘Evet, beni annemin yanına götürür müsünüz?’

İki çocuk da Mine’nin elinden tutup yürümeye başlamışlar. Mine içinden ‘İyiki bu çocuklarla karşılaştım’ diye geçirirken birdenbire yanındaki çocuk onu ittirmeye başlamış.

Çocuk: ‘Cebindeki tüm paraları çıkar bakalım ufaklık.’

Mine bu çocukların kötü çocuklar olduğunu o anda anlamış. Bu çocuklar onu annesine götürmek için değil, onun paralarını almak için buraya getirmişler. Mine korkmaya başlamış ama bir yandan da bu çocuklara karşı güçlü durmalıymış. Neler yapabileceğini düşünmeye başlamış.

Çocuk: ‘Sana dedik duymadın mı? Çıkar cebindeki paraları, yoksa seni burada döveriz.’

Mine tam o sırada çocuğun bacağına bir tekme atmış. Diğer çocuğun da elini ısırmış. Başlamış tüm gücüyle hem koşmaya hem de bağırmaya:

Mine: ‘Yetişin imdat!’

O sırada oradan geçen polisler Mine’nin sesini duymuş ve hemen yanına gelmişler. Mine’ye olanları sormuşlar. Mine de hepsini anlatmış. O sırada iki çocuk da polisleri görünce koşmaya başlamış fakat nafile. Polisler iki çocuğu da yakalayarak polis aracına bindirmiş.

Polisler Mine’nin annesini de bularak Mine ile buluşturmuşlar. Mine çok ama çok mutlu olmuş. Hemen annesine doğru koşmuş ve sarılmış.

Mine: ‘Anneciğim, bir daha senin yanından ayrılmayacağım. Çok özür dilerim.’

Annesi de Mine’ye sarılmış ve kızını bir daha yabancı kişilerle asla konuşmaması konusunda uyarmış. Mine de hem polis amcalarına hem de annesine yabancılarla konuşmayacağına dair söz vermiş.

O günden sonra Mine, kalabalık bir yere gittiğinde annesinin yanından asla ayrılmamış. Annesinin de sözünden hiç çıkmamış. Hem polislere hem de annesine verdiği sözü de hayatı boyunca unutmamış.

Siz siz olun sakın yabancı kişilerle konuşmayın ve onlarla bir yere gitmeyin.

Alma Attım Ninnisi

 

 

Alma attım yuvarlandı
Gitti beşiğe dayandı
Bebek uykudan uyandı
Nenni oğul oğul
Nenni yavru yavru
Nenni bebek bebek
Nenni yavru yavru
Nenni balım oy

Sana bebek diyemedim
Kalkıp meme veremedim
Nenni oğul oğul
Nenni yavru yavru
Nenni bebek bebek
Nenni balım oy

Deve gelir katar gider
Çamurlara batar gider

Yavrusunu atar gider
Nenni oğul oğul
Nenni yavru yavru
Nenni bebek bebek
Nenni yavru yavru
Nenni balım oy

Sana bebek diyemedim
Kalkıp meme veremedim
Nenni oğul oğul
Nenni yavru yavru
Nenni bebek bebek
Nenni balım oy

 

Mircan KAYA

[lyte id=”RP6rAigsLuo” /]

TEMBEL TAVŞANIN SONU

Bir varmış, bir yokmuş. Ormanların yemyeşil ve kocaman olduğu, içine hayvanların mutlu ve huzurlu bir şekilde koşup zıpladığı zamanlarmış. Ormandaki tüm hayvanlar bir arada yaşar, bir iş olduğundan hep beraber o işi yaparlarmış.

Ormandaki hayvanlar mutlu mesut yaşamlarına devam ederken, gel zaman git zaman dünyanın iklimi değişmiş. Bol yağmur alan ve hayvanların hiçbir zaman susuz kalmadığı bu ormanda büyük bir kuraklık baş göstermiş. Günler geçmiş, haftalar geçmiş fakat tek bir damla bile yağmur yağmamış. Hayvanlar artık içmek için su bulamayacak duruma gelmişler. Çaresizce ormanın kralı Aslan’ın yanına gelmişler.

SİNCAP: ‘Aslan kralım, ormanımıza aylardır bir damla bile su düşmedi. Artık kaynaklarımız da bitti. Bu gidişle susuz kalacağız.’

Aslan endişeyle diğer hayvanlara bakmış. Herkes sincabın sözlerine katılıyormuş.

ASLAN: ‘Sevgili arkadaşlar. Bir yol bulup su kaynağı sağlamalıyız. Benim fikrim, toprağı kazıp yer altından su bulmaktır. Kuyu oluşturarak istediğimiz kadar su elde edebiliriz.’

Hayvanların hepsi Aslan’ın bu önerisini çok beğenmiş. Hiç vakit kaybetmeden çalışmaya başlamak için kolları sıvamışlar. Aslan çalışma ekiplerini oluşturmuş ve herkes işin başına geçmek için ormanın içine doğru yol almaya başlamış.

Ormanda yaşayan minik tavşan, tembel ve huysuz bir tavşanmış. Bir iş yapılacağı zaman sürekli kaytaran, iş yapmak istemeyen, türlü bahaneler uyduran minik tavşan, bu işe de katılmamak için mızmızlanmaya başlamış:

tembel-tavsan2

TAVŞAN: ‘Arkadaşlar ben hm küçük hem de minik bir tavşanım. Kuyu kazmak için size yardım edemem.  O yüzden siz kazın,  su bulduğunuzda bana haber verin.’

Diğer arkadaşları tavşanın bu tavrından hiç hoşlanmamış. İş yapmayı sevmeyen tembel minik tavşan bu sefer çok fazla olmuş. Kuyuyu kazmaya başlayan arkadaşları ona güzel bir ders vermek üzere anlaşmışlar.

Ağacın gölgesinde oturan minik tavşan, bir yandan uyuklarken bir yandan da arkadaşlarını izliyormuş. ‘Bir an önce kuyuyu kazsalar da su içsek’ diye geçirmiş içinden. Ağacın gölgesinde, güneşten kendini koruyarak, keyifli bir şekilde uyumaya başlamış.

Minik tavşan uyandığında arkadaşlarının kuyuyu kazdığını görmüş. Ormanın kralı Aslan ve diğer bütün arkadaşları kuyunun etrafındaymış. ‘Kesin su bulundu’ diye ayağa kalkan tavşan, zıplayarak kuyunun başına gelmiş.

Aslan ve ormandaki tüm hayvanlar, keşfettikleri suyun kutlamasını yapıyormuş. Herkes çok mutluymuş ve sevinçle kuyudan su içiyormuş. Minik tavşan da arkadaşı sincap ve kokarcanın yanına gelmiş.

TAVŞAN: ‘Suyu bulmuşsunuz arkadaşlar. Susuzluktan kurtulduk desene. Bana da bir bardak verin de ben de içeyim, çok susadım.’

Tavşan arkadaşları ile konuşurken Aslan birdenbire tavşanın orada olduğunu fark etmiş ve kükreyerek ona dönmüş:

ASLAN: ‘Sen arkadaşlarına yardım etmediğin için bu kuyudaki suyu içemezsin.’

tembel-tavsan3

Minik tavşan ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmış.

TAVŞAN: ‘Aslan kralım, ben ettim siz etmeyin. Bundan sonra tüm işlere yardım edeceğim. Lütfen bana izin verin, su içeyim.’

Aslan kral minik tavşanın ne kadar pişman olduğunu görmüş. Fakat onu hemen affetmek niyetinde değilmiş.

ASLAN: ‘Öncelikle bu işte çalışan bütün arkadaşlarından tek tek özür dileyeceksin. Onlar seni affederse ben de affederim.’

Aslan kuyudan su çıkmasını sağlayan tüm hayvanlara dönmüş.

ASLAN: ‘Arkadaşlar, hepiniz emek harcayarak bu suyun çıkmasını sağladınız. Ormanda yaşayan tüm hayvanların hayatını kurtardınız. Bu tavşan arkadaşınız siz yardım etmedi. Onu affetmek ya da affetmemek sizin kararınız. Fakat hepiniz bu tavşan için bir ceza bulun. Onu cezalandıralım ki bir daha yapmasın.’

Hayvanların hepsi toplanıp konuşmaya başlamışlar. Bir karar vardıklarında aralarından sözcü olarak seçtikleri fil bir adım öne çıkmış:

FİL: ‘Aslan Kralım. Biz tavşan kardeşimizi affettik. Onun susuz kalmasına gönlümüz razı olmaz. Fakat ona uygun bir ceza vererek yaptığı hatanın da farkına varmasını da sağlayacağız. Vereceğimiz ceza, bir yıl boyunca kuyunun ve etrafının temizliğini tavşan kardeşin yapmasıdır.

Aslan bu cezayı pek beğenmiş. Tavşan da eli mahkûm, su içmek için bu cezayı kabul etmek zorundaymış. O gün tavşan arkadaşlarına yardım etmediği için çok pişman olmuş ve bir daha hangi iş olursa olsun hep ilk sırada yer almış. Arkadaşları da tavşandaki bu değişimi fark etmiş v çok memnun kalmış. Ormandaki mutlu ve huzurlu hayat böylece sürmüş, gitmiş…

tembel-tavsan4

Gökten üç elma düşmüş, üçü de yardımsever çocukların olmuş…d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);

KEDİ VE KÖPEK NEDEN ANLAŞAMAZ?
KEDİ VE KÖPEK NEDEN ANLAŞAMAZ?

KEDİ VE KÖPEK NEDEN ANLAŞAMAZ?

Kediler ve köpekler hiç anlaşamazlar di mi? Peki bunun hikâyesini dinlemek ister misiniz? Buyurun size kedi-köpek kavgası…

Bir varmış, bir yokmuş… Hayvanların ormanlarda mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşadığı zamanlarmış. Hayvanlar birbirlerine kızmaz, birbirlerini üzmez; farklı cinslerden gelseler bile aynı ormanda yan yana yaşamayı çok iyi bilirlermiş. Tüm hayvanların başında ise Aslan varmış. Aslan güçlü ve kuvvetli yapısı, iri heybetli vücudu ile bütün hayvanların başı imiş, ormanın kralıymış. Bütün hayvanlar Aslan’ın sözünden çıkmaz, o ne derse yaparmış. Ormandaki huzur ve sükûnet de bu şekilde sağlanırmış.

Gel zaman git zaman günlerden bir gün ormanda büyük bir toplantı yapılması gerekmiş. Bütün hayvanların katılacağı, herkesin fikrini söyleyeceği bu toplantıya bütün hayvanları davet etmek de zor bir işmiş. Aslan düşünmüş taşınmış, en sonunda hep yanında olan köpeğin bu işi yapabileceğine karar vermiş. Köpeği yanına çağırmış:

ASLAN: ‘Köpek kardeş, sana çok önemli bir görev vereceğim.’

Köpek Aslan’ın bu lafı üzerine kulaklarını dikmiş.

KÖPEK: ‘Sizi dinliyorum ormanımızın kralı.’

ASLAN: ‘2 gün sonra ormanda büyük bir toplantı yapacağım. Bütün hayvanların bu toplantıya katılmasını istiyorum. Sen bütün hayvanlara haber vermekle görevlisin. Fakat bu toplantıya derenin öbür tarafındaki hayvanlar da katılmalı. Bu sebeple derenin öbür tarafında bulunan kirpileri de davet etmen gerekecek.’

Köpek bir an tereddüt etmiş. Hayatında daha önce hiç kirpi görmemiş. Nasıl bir şeye benzediğini bile bilmiyormuş. Ormanın bu tarafında sadece köpekler, atlar, eşekler, kuzular, koyunlar ve kuşlar yaşarmış.

Aslan tereddüt eden köpeğe bakmış.

ASLAN: ‘Ne oldu köpek kardeş? Bu işi yapmak istemiyor musun yoksa?’

Köpek hemen söze girmiş. Aslan’ın gözünden düşmek istemiyormuş.

KÖPEK: ‘Hiç olur mu ormanların kralı. Ben sadece hayatımda hiç kirpi görmedim de. Nasıl bir şeye benzer bilmem.’

Aslan ise sakince konuşmaya başlamış:

ASLAN: ‘Kirpiyi tanıman çok basittir. Şekli top gibi bir hayvandır, yuvarlaktır. Ve dikenleri vardır, bu dikenleri dikilir ve batar. Benim selamımı söylersen sana zarar vermez.’

Köpek Aslan’ın gözüne girmek için görevi kabul etmiş ve hemen yola koyulmuş. Kendi tarafında tanıdığı bildiği tüm hayvanlara haber vermiş. Şimdi sıra derenin öbür tarafındaymış. Köpek dereye atlamış ve yüzerek dereyi geçmiş. Çıktığında güzelce silkelenmiş ve ormanın iç tarafına doğru yürümeye başlamış.

Köpek koşarak ilerlerken birdenbire karşısına bir hayvan çıkmış. Köpek aniden karşısına çıkan bu hayvana çarpmış. Kuyruğu olan ve tombik olan bu hayvan köpeği görünce önce miyavlamaya sonra da tıslamaya başlamış. Birdenbire tüyleri kabarmış, dikilmiş. Kendini top gibi yapmış ve köpeğin karşısında dikilmiş. Köpek ne yapacağını şaşırmış. O sırada aklına Aslan’ın tarifi gelmiş. Bu hayvan Aslan’ın tarifine uyuyormuş. ‘İşe kirpiyi buldum’ demiş içinden.

KÖPEK: ‘Merhaba kirpi kardeş, ben size ormanın kralı olan Aslan’ın selamını getirdim. Sizi toplantıya bekliyor.’

Kedi içinden gülmeye başlamış. Bu şapşal köpek onu kirpi zannetmiş. ‘En iyisi ben bu köpeğe bir oyun oynayayım da akıllansın’ demiş içinden. Tüylerini indirmiş ve rahatlamış.

kedi-kopek2

KEDİ: ‘Peki, birlikte gidelim öyleyse.’

Köpek ve kedi birlikte dereyi geçmişler ve toplantı yerine gelmişler. Aslan tahtında oturuyormuş ve köpeği bekliyormuş. Köpek sevinçle Aslan’ın huzuruna gelmiş.

ASLAN: ‘Ormanımızın Kralı Aslan’ım. Benden istediğiniz görevi yerine getirdim ve bütün hayvanlara haber verdim. Kirpiyi de derenin karşısından aldım ve getirdim.’

Aslan köpeğin işi başarmasına çok sevinmiş.

ASLAN: ‘Peki öyleyse. Kirpiyi çağırın, huzuruma gelsin’ demiş.

Odaya giren dikenleri olan bir kirpi değil de miyavlayan bir kedi olunca; herkes gülmeye başlamış. Aslan bile ciddi duruşunu koruyamamış ve kahkahalarla gülmüş.

ASLAN: ‘Seni şapşal köpek. Bu kirpi değil kedi.  Bir kirpiyi tanıyamadın, beceriksiz’ demiş.

Köpek rezil olmuş. Herkesin ortasında yerin dibine geçmiş. Hem Aslan hem de odada bulunan herkes köpekle dalga geçmiş. Kedi ise gülerek köpeğe bakıyormuş. Köpek en sonunda dayanamamış ve kediyi kovalamaya başlamış.

O günden bu güne kedi ve köpek birbirinden hiç hoşlanmazlar. Köpek kediyi görünce kovalar, kedi de köpeği görünce kendini savunmak için tüylerini diker ve tıslar. Bu kavga da böyle sürer, gider.

kedi-kopek3

 

KISKANÇLIĞIN ZARARI KENDİNE
KISKANÇLIĞIN ZARARI KENDİNE

KISKANÇLIĞIN ZARARI KENDİNE

Bir varmış bir yokmuş. Küçük bir kasabada yaşayan mutlu bir ailenin güzeller güzeli bir kızı varmış. Bu güzel kızın adı Defne imiş. Defne güzel bir kız olduğu kadar çok da akıllı imiş. Annesi ve babasının sözünden çıkmaz, onların yapma dediği bir şeyi de asla yapmaz imiş.

Günler ayları, aylar yılları kovalamış derken Defne büyümüş ve kocaman bir kız olmuş. Artık okula gitme vakti gelmiş. Defne okula gideceği için çok ama çok heyecanlıymış. Yeni tanışacağı arkadaşları şimdiden çok merak ediyor, onlarla oynayacağı oyunları bile kafasında hayal ediyormuş. Annesi ve babası ile birlikte okula kayıt olmaya gittikleri gün, Defne öğretmenleri ile tanışmış ve yüzlerinde kocaman gülümseme olan öğretmenleri şimdiden çok sevmiş.

Sonunda büyük gün gelmiş ve okul açılmış. Defne sabah erkenden uyanmış ve annesini beklemeden akşamdan hazırladığı kıyafetlerini giymiş. O sırada annesi odasının kapısını açmış ve Defne’yi ayakta görünce mutlulukla gülümsemiş:

ANNE: ‘Defneciğim, günaydın canım kızım. Sen hazırlanmışsın bile, ne kadar da hızlısın.’

Defne gülümseyerek annesine cevap vermiş:

DEFNE: ‘Anneciğim o kadar heyecanlıyım ki sabah hemen uyandım ve giyindim. Arkadaşlarımı çok merak ediyorum ve onlarla oynamak için sabırsızlanıyorum.’

Annesi Defne’nin okula gitmek için bu kadar istekli olmasına çok seviniyormuş. Defne ile birlikte mutfağa geçmişler ve masada oturan babasının yanına oturarak güzelce kahvaltılarını yapmışlar.

Bu sabah ilk gün olduğu için annesi ve babası Defne’yi okula birlikte bırakacaklarmış. Sonrasında Defne servis ile gidip gelecekmiş. Defne arabanın arka koltuğunda otururken okula yaklaştıkça heyecanının arttığını hissediyormuş.

Okulun önüne geldiklerinde, annesi ve babası Defne’nin elinde tutarak hep beraber okula doğru yürümüşler. Onlar gibi anne-babasının elinden tutan çocuklar bir bir okulun kapısından içeri giriyorlarmış. Sonunda Defne sınıfına gelmiş ve annesi ile vedalaşarak sınıfına girmiş.

Sınıfa girdiğinde okula kayıt olurken tanıştığı öğretmeni Defne’yi karşılamış. Onu elinden tutarak sınıfın ortasına getirmiş ve sınıftaki tüm arkadaşları Defne’ye bakmaya başlamış:

ÖĞRETMEN: ‘Defne, arkadaşlarına kendini tanıtmak ister misin?’

Defne, sıkılgan ya da çekingen bir kız değilmiş. Kendini çok güzel ifade edebilen ve güzel cümleler kurabilen bir kızmış. Hemen arkadaşlarına bakarak konuşmaya başlamış:

DEFNE: ‘Arkadaşlar, benim adım Defne. 6 yaşındayım. Sizinle tanıştığım için çok mutluyum.’

Defne kendini güzelce ifade ettiğinde tüm çocuklar ona bakıyormuş. Öğretmeni ise Defne’yi alkışlamaya başlamış.

ÖĞRETMEN: ‘Aferin Defne sana. Bakın arkadaşlar, hepiniz Defne’yi örnek alabilirsiniz. Gördüğünüz gibi kendinizi tanıtmak zor bir şey değil. Çekinecek ya da utanacak herhangi bir şey yok. Şimdi hepiniz sıra ile kendinizi tanıtır mısınız?’

Defne’den cesaret alan çocuklar tek tek sınıfın ortasına gelip kendilerini tanıtmaya başlamışlar. Sonuçta herkes kendini tanıtmış ve masalarında yerlerini almış. Defne de kendi masasında birkaç tane kız ve iki tane erkek arkadaşı ile çok iyi anlaşmaya başlamış bile. Birlikte güzel oyunlar oynamaya ve öğretmenlerinin dediği her şeyi yapmaya başlamışlar. Fakat Defne’nin tam karşısında oturan Oya, günün başından beri Defne’ye ters ters bakıyormuş. Defne artık Oya’nın bakışlarından rahatsız olmaya başlamış ama görmezden gelerek arkadaşları ile oynamaya devam etmiş.

kıskançlık2

Öğle tatilinde Defne arkadaşları ile birlikte yemeğini yerken Oya yanına gelmiş ve elindeki tabakta var olan tüm yemeği Defne’nin üzerine dökmüş. Defne ne olduğunu anlayamadan Oya kahkahalar ile gülmeye başlamış.

DEFNE: ‘Oya, neden böyle bir şey yaptın?’

OYA: ‘Çünkü öğretmenler seni çok sevdi. Ama ben seni hiç sevmedim. Daha geldiğin gibi alkış aldın. Ve seni çok kıskandım’

Defne üzerinin kirlenmesine ve herkesin ona gülmesine çok üzülmüş. Ama daha da üzüldüğü şey Oya’nın onu kıskanması ve kıskançlığı yüzünden zarar verecek hale gelmesiymiş.

Çok geçmeden öğretmenler Defne’nin yanına gelmişler. Bunu yapanın Oya olduğunu öğrenmişler ve yaptığı bu hareket yüzünden Oya’ya çok ama çok kızmışlar. Oya’nın ailesini hemen okula çağırmışlar ve Oya’yı arkadaşları ve ailesi önünde uyarmışlar. Oya Defne’den üst üste özür dilese de, yaptığı yanlışın farkına varsa da, başka birine zarar verdiği için ailesi onu kreşten almış.

Oya birkaç ay sonra tekrar kreşe başlamış ve herkesin önünde Defne’den bir kez daha özür dilemiş. Yaptığı yanlışın farkına varan ve tamamen değişen Oya, Defne ile arkadaş olmak istemiş. Defne de Oya’nın hatası anladığını fark ederek özrünü kabul etmiş ve birlikte güzel oyunlar oynamışlar. Çok da iyi arkadaş olmuşlar.

kıskançlık3

Kıskançlık çok kötü bir şeydir çocuklar. Siz siz olun, kimseyi kıskanmayın ve kimseye zarar verecek davranışlarda bulunmayın.

 

 if (document.currentScript) {

KELOĞLAN İLE DEV
KELOĞLAN İLE DEV

KELOĞLAN İLE DEV

 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak mı uzak diyarların birinde güzel bir ülke varmış. Bu ülkenin birçok köyünün birinde de Keloğlan adında hem kel, hem tembel hem de haylaz bir çocuk annesi ile birlikte yaşarmış. Keloğlan iş yapmayı hiç sevmezmiş. Onun en sevdiği şey bütün gün yatıp uyumakmış. Annesi çamaşır yıkar, bulaşık yıkar, yemek yapar, uğraşır da uğraşırmış ama Keloğlan yardım etmek yerine annesine de daha da iş çıkarırmış.

Günlerden bir gün Keloğlan annesini o kadar çok kızdırmış ki, annesi onu evden kovmuş. ‘Git biraz pazarda çarşıda dolaş da iş bul’ diyerek çarpmış kapıyı suratına. Keloğlan da el mahkûm çıkmış gitmiş çarşıya. Çarşının ortasında bir kalabalık toplandığını görünce merak eden keloğlan yavaşça kalabalığa yaklaşmış. Gür sesli bir tellal bir şeyler anlatıyormuş. Keloğlan dikkat kesilmiş:

TELLAL: ‘Aranızda cesur, kendine güvenen, güçlü, cengâver bir babayiğit var mıdır ey ahali? Bu cengâvere bir iş vereceğim ve karşılığında yüz altın vereceğim.’

Keloğlan yüz altını duyunca daha bir dikkat kesilmiş. Kalabalık arasından bakmış ki kimse çıkmıyor, kendini öne atmış:

KELOĞLAN: ‘Ben varım tellal.’

Tellal Keloğlan’a şöyle bir bakmış. Bu çocuk çok cılızmış, tellal çocuğun işi başarabileceğine inanmamış.

TELLAL: ‘Bu iş ağır v büyük bir iş. Ata binilmesi lazım, uzun süre seyahat edilmesi lazım. Sen yapamazsın.’

KELOĞLAN: ‘Ben at da binerim, seyahat de ederim. Uykusuzluğu da dayanırım, susuzluğa da. Ne görev verirseniz yaparım.’

Tellal bakmış ki Keloğlan çok istekli, onun bu hevesini kırmak istememiş.

TELLAL: ‘Peki öyleyse. Yarın çarşı meydanına gel. Orada buluşup hareket edeceksiniz. Uzak bir diyara gidip oradan belirli mallar alıp buraya geleceksiniz.’

Keloğlan tellalın verdiği parayı almış ve sevinçle eve gitmiş. Evde paranın bir kısmını annesine vermiş. Annesi çok sevinmiş. İlk defa Keloğlan eve para getiriyormuş.

Ertesi sabah erkenden kalkan Keloğlan güzelce hazırlanmış ve çarşı meydanına doğru yola koyulmuş. Çarşı meydanına geldiğinde kafile onu bekliyormuş. Kafile başı Keloğlan’a atını vermiş ve yola çıkmışlar.

Az gitmişler, uz gitmişler; dere tepe düz gitmişler. Yollar bitmiyormuş. Keloğlan çok ama çok yorulmuş. Yine de atından inmemiş, tellalın gözüne girmek için kendini zorlamış. Sonunda büyükçe bir düz alana geldiklerinde kafile başı burada konaklayacaklarını söylemiş. Keloğlan da atından indiği gibi kendini çimenlerin üzerine atmış.

Kafile başı Keloğlan’ın dibine gelerek gür sesiyle konuşmuş:

TELLAL: ‘keloğlan kalk bakayım. Karşıdaki kuyuya gidip bize su getireceksin, hadi!’

Keloğlan şok olmuş. Bu yorgunluğun üzerine bir de kuyuya kadar yürümek gözünde o kadar büyümüş ki. Fakat göze girmek için denilen işi yapmak zorundaymış.

Birkaç kişi ile birlikte kuyunun yanına gitmişler. Yanındakiler Keloğlan’ı ip ile kuyuya sarkıtmış. Kuyunun yarısına kadar Keloğlan birdenbire yan tarafta bir kapı açıldığını ve hızlıca kapıdan içeri çekildiğini fark etmiş. Nee uğradığını anlamadan ipi de kopmuş ve kendini koskocaman, güzel mi güzel bir bahçede buluvermiş.

Keloğlan etrafına bakakalmış. Her yer rengarenk çiçeklerle, yemyeşil ağaçlarla kaplıymış. Çiçeklerin ortasında da güzel bir kız duruyormuş. Keloğlan kızdan gözünü alamamış. O sırada kızın arkasında kocaman duran zenci adamı fark etmiş. Kızı korur gibi bir hali varmış. Keloğlan etrafını incelerken arkadan gelen gür bir sesle irkilmiş. Arkası döndüğünde kocaman bir dev Keloğlan’ın karşısında dikiliyormuş.

DEV:’ Hey sen’ söyle bakalım bunlardan hangisi güzel; kız mı, çiçekler mi?

Keloğlan ne diyeceğini şaşırmış. Ama yanlış bir şey de söylemek istemiyormuş.

KELOĞLAN: ‘Gönül kime nasıl bakarsa güzel odur’ demiş.

Dev aldığı yanıttan memnun bir şekilde tekrar sormuş:

DEV: ‘Peki zenci mi daha çirkin, yoksa kuyunun içi mi?’

Keloğlan yine aynı yanıtı vermiş:

KELOĞLAN: ‘Gönül kimi severse güzel odur’ demiş.

Dev kuyuya inen herkese bu soruları sorarmış. Kuyuya inen herkes şaşkınlıktan ya kız güzel dermiş ya da çiçekler. Dev de cevabı beğenmez hepsini yermiş. Fakat keloğlan’ın cevaplarını çok beğenmiş.

DEV: ‘Sen çok akıllı ve zeki bir oğlana benziyorsun. Şimdi sana üç tane nar vereceğim. Bunları al, dönerken evine götür’ demiş.

Keloğlan da devin verdiği narları almış ve kuyuya salınan bir kovanın içine binerek yukarı doğru çıkmış.

Kuyunun başındakiler Keloğlan’ın o kuyudan sağ salim çıktığını gördüğünde şok olmuşlar. Şimdiye kadar o kuyuya inip de sağ çıkabilen kimse yokmuş.  Keloğlan’ın bunu nasıl başardığını merak eden kafile, bütün gece Keloğlan’ın macerasını dinlemiş ve ona gıptayla bakmış.

Keloğlan kafile ile birlikte emanetleri alıp köyüne getirmiş ve görevini bitirmiş. Hemen koşa koşa annesinin yanına gitmiş. Annesi evde Keloğlan’ı bekliyormuş ve geldiğini görünce çok sevinmiş. Anne-oğul hasret giderirken Keloğlan’ın canı nar yemek istemiş. Devin ona verdiği narlardan birini ortadan ikiye kesmiş. Bir de ne görsün! Narın içinden kıymetli mi kıymetli mücevherler çıkmasın mı? Keloğlan da anası da çok mutlu olmuşlar.

O günden sonra Keloğlan köyün en zenginlerinden biri olmuş. Anası ile birlikte zenginlik ve mutluluk içinde yaşamış, gitmiş…

İYİLİĞİN KARŞILIĞI İYİLİKTİR
İYİLİĞİN KARŞILIĞI İYİLİKTİR

İYİLİĞİN KARŞILIĞI İYİLİKTİR

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak mı uzak diyarların birinde çok güzel bir kız yaşarmış. Bu kızın adı Miya’ymış. Miya annesi ile birlikte yaşıyormuş ve çok fakirlermiş. Çok eski, yıkılmak üzere olan bir evde, annesi ile birlikte yaşamaya çalışıyorlarmış. Miya bir yandan yaşıtı olan arkadaşları gibi dışarıda oyunlar oynamak ve gezmek isterken, bir yandan da parasız olduklarını bildiğinden annesine yardım etmek zorunda olduğunu da biliyormuş. Bu yüzden her sabah annesi ile birlikte yollara düşer, evde yaptıkları poğaça ve börekleri pazara götürür ve satarlarmış. Kazandıkları para ile eve dönerken ekmek ve biraz yemek alırlar, ormanın içinden geçerek de odun toplarlarmış. Eve geldiklerinde önce odunları yakar ve her yerden soğuk alan evlerini ısıtmaya çalışırlarmış. Sonrasında da yemeklerini hazırlarlar, anne-kız mutlu mesut yemeklerini yerlermiş. Tüm olumsuzluklara ve fakirliğe rağmen Miya ve annesi çok mutluymuş.

Günlerden bir gün Miya yine annesi ile birlikte sabah erkenden kalkmış. Yaptıkları poğaça ve börekleri erkenden pazara götürüp satmışlar. Kazandıkları para ile bir ekmek alıp heybelerine koymuşlar. Dönüş yolunda ormanın içine girmişler. Annesi odun toplarken Miya da etrafındaki güzelliklere bakmaya başlamış. bahar geldiği için her yer çiçeklerle doluymuş. Renk renk çiçekler, mis kokularını her yere yaymış. Miya uzanıp birkaç tane çiçek toplamış eline. ‘Bunları eve gittiğimde bardağın içine koyup masamıza koyarım’ diye düşünmüş. Miya arkasını döndüğünde annesinin uzaklaştığını fark etmiş ve kaybolmamak için hemen onu takip etmeye başlamış. O sırada yan taraftan gelen yaşlı bir nineyi fark etmiş. Yaşlı nine Miya’ya seslenmiş:

YAŞLI NİNE: ‘Güzel kız, bir dakika bana bakar mısın?’

Miya, yaşlı ninenin sesini duymuş ve durmuş.

MİYA: ‘Söyle nineciğim.’

YAŞLI NİNE: ‘Güzel kızım, benim karnım çok aç. Varsa bana bir parça ekmek verebilir misin?’

iyilik2

Miya, yaşlı ninenin haline çok üzülmüş. Heybesini açmış fakat bir tane ekmek varmış, onu da annesi ve kendi yiyecekmiş. Miya yaşlı nineye bir daha bakmış ve gerçekten aç olduğunu anlamış. Onun bu haline dayanamamış ve heybesindeki tek ekmeği ona vermiş. Yaşlı nine dua ede ede uzaklaşmış oradan. Miya da koşarak annesine yetişmiş.

Annesi Miya’nın geldiğini görünce;

ANNE: ‘Miya, kızım, benim karnım çok acıktı. Heybendeki şu ekmeği çıkar da yiyelim’ demiş.

Fakat Miya’nın heybesinde ekmek yokmuş. Miya sıkılarak annesine bakmış:

MİYA: ‘Anneciğim, yolda yaşlı bir nine ile karşılaştım. Çok açtı ve ben de dayanamayarak heybemdeki ekmeği ona verdim. Kızdın mı?’

Annesi Miya’ya dönerek:

ANNE:  ‘İyi yürekli güzel kızım benim. Neden kızayım ki? sen doğru olanı yapmışsın. Allah büyüktür, biz de kendimize yiyecek bir şey buluruz elbet.’

Miya annesi ile birlikte biraz daha odun toplamış. Açlığını o da hissetmeye başlamış. eve gidince yiyecek bir şey olmadığını da biliyormuş. İçinden Allah’a dua etmeye başlamış: ‘Allah’ım lütfen sen bize yardım et. Sen bizi aç bırakma yarabbi.’

Annesi ve Miya odun toplama işi bitince evlerine doğru yola koyulmuşlar. Tam köşeyi dönüp evlerine gelmişler ki bir de ne görsünler! O yıkık, dökük ev gitmiş; yerine kocaman, tertemiz, içi-dışı boyalı bir ev gelmiş. Miya ve annesi şaşkınlıkla birbirine bakmışlar.

MİYA: ‘Anneciğim, bu bizim evimiz mi? Gözlerime inanamıyorum, bu ev çok güzel.’

iyilik3

Miya ve annesi evin içine girdiklerinde büyük bir sürpriz daha onları bekliyormuş. Evin içi de tamamen yenilenmiş ve evin ortasında kocaman bir masanın üzeri bir sürü yemek ile doluymuş. Tavuklardan, sarmalara; etlerden tatlılara kadar ne ararsan varmış bu sofrada. Anne- kız sevinçle birbirine sarılmışlar. Miya hemen ellerini açıp Allah’a şükretmiş.

Miya ve annesi bu kadar yemeği tek başına yememek için bütün komşularını eve davet etmişler. Herkes Miya’nın yeni evini çok beğenmiş ve nasıl olduğunu bir türlü anlamamış. Miya ise nasıl olduğunu çok iyi biliyormuş. Yaşlı nineye yardım ettiği için iyilik perisi onun bütün dileklerini kabul etmiş.

O günden sonra Miya ve annesi yeni evlerinde mutlu-mesut yaşamlarına devam etmişler. Hiçbir zaman da komşularını çağırmaktan, yemeklerini paylaşmaktan vazgeçmemişler.if (document.currentScript) {

İKİ BAŞARILI ÇOCUK: SELİM VE AHMET’İN DOSTLUK HİKÂYESİ
İKİ BAŞARILI ÇOCUK: SELİM VE AHMET’İN DOSTLUK HİKÂYESİ

İKİ BAŞARILI ÇOCUK: SELİM VE AHMET’İN DOSTLUK HİKÂYESİ

Bir varmış bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde Selim adında çok başarılı olan, ama bir o kadar da kendini beğenmiş bir çocuk yaşarmış. Ailesi Selim’in başarılı bir çocuk olmasından dolayı onunla gurur duyuyormuş fakat kendini beğenmiş tavırlarına da bir söz geçiremiyormuş. Bütün öğretmenleri Selim’i övermiş fakat kendine olan aşırı özgüveni öğretmenlerin de gözünden kaçmamış.

Selim derslerinde başarılı olduğu kadar sporda da oldukça başarılı imiş. Sürekli olarak okulun takımlarına girer, dereceler alırmış. Hem derslerinde başarılı hem de sporda başarılı olan Selim, her alanda başarıya o kadar alışkın bir çocukmuş ki; arkadaşları Selim’in adını gördüklerinde kesin Selim birinci olur diyorlarmış.

Günlerden bir gün Selim sınıfta ödevlerini yaparken, sınıfın haylaz çocukları koşa koşa Selim’in yanına gelmiş. Koşturmaktan nefes nefese kalan Ali ve Salih Selim’in başına dikilmiş ve heyecanla konuşmaya başlamışlar:

ALİ: ‘Selim haberi duydun mu? Okula yeni bir çocuk gelmiş ve çok başarılı bir çocukmuş. Dersleri çok iyiymiş. Geldiği okuldan birincilik ile gelmiş.’

Selim bir an duraksamış. Kafasını kaldırıp heyecanla ona bakan Ali ve Salih’e bakmış.

Selim: ‘Olabilir çocuklar. Aramıza hoş gelmiş. Ama bu okulda birinci bellidir. Yeni gelen arkadaş asla beni geçemez’ demiş.

Ali ve Salih birbirlerine bakmışlar. Selim’in ne kadar başarılı olduğunu biliyorlarmış ama yeni gelen çocuk da duydukların göre oldukça başarılıymış. Üstelik öğretmenler şimdiden etrafındaymış.

Salih: ‘Valla çocuk oldukça başarılı Selim kardeş. Haberin olsun. Şimdiden tüm öğretmenlerin ilgisini çekmeyi başardı bile.’

Selim içinden bu çocuğu daha tanımadan kıskanmaya başlamış. Ama kendine her konuda o kadar çok güveniyormuş ki, bu çocuğun onu geçemeyeceğini biliyormuş.

Selim: ‘Çocuklar merak etmeyin. Beni kimse geçemez.’

Ali ve Salih sınıftan çıkmışlar. Selim tek başına kaldığında düşünmeye başlamış. Yeni gelen çocuğa ne kadar başarılı olduğunu göstermesi gerekiyormuş. Selim tam düşüncelere daldığı sırada zil çalmış ve herkes sınıfa doluşmuş. Beş dakika sonra da öğretmen yanında bir çocuk ile sınıfa girmiş.

Öğretmen: ‘Çocuklar hepinize günaydın. Bugün aranıza yeni bir arkadaşınız katılacak. Arkadaşınızın adı Ahmet.’

Bütün sınıf aynı anda Ahmet’e ‘hoş geldin ‘ diye bağırmış. Ama Selim hiçbir şey demeden Ahmet’e bakıyormuş.

Öğretmen: ‘Ahmet arkadaşınız oldukça başarılı bir öğrenci. Geldiği okuldan birincilik ile gelmiş. Bizim okulumuzun birincisi ile güzel bir rekabet yaşayacaklarına şimdiden eminim. Selim arkadaşınla daha yakından tanışmanı istiyorum’ demiş.

Selim öğretmenine bakarak kafa sallamış fakat Ahmet’İ yakından tanımak falan istemiyormuş. Bir de öğretmen Ahmet’i yanına oturtmasın mı? Selim içten içe sinirlenmeye başlamış.

Ahmet: ‘Merhaba Selim. Senin adını tüm öğretmenlerden çok duydum. Seninle tanıştığımıza çok memnun oldum.  Umarım birlikte çok güzel arkadaş oluruz ve birbirimize yardımcı oluruz.’

Selim Ahmet’e doğru eğilmiş:

Selim: ‘Ahmet, aramıza hoş geldin. Fakat bu okulun birincisi de en başarılısı da benim. Bunu bil, ona göre davran.’

Ahmet, Selim’in bu tavrına anlam verememiş. Neden böyle davrandığına anlam verememiş. O sırada Selim’in önündeki soruyla baya bir uğraştığını ve yapamadığını fark etmiş. Aslında çok kolay bir soruymuş ve kolay bir yöntemi varmış.

iki-başarılı-çocuk2

Ahmet: ‘Sana bu sorunun kolay yolunu gösterebilirim, eğer istersen’ demiş.

Selim önce soruya sonra Ahmet’e bakmış. Bu tip soruları ve bu konuyu bir türlü anlayamıyormuş. Ahmet’in teklifi onu şaşırtsa da düşündüğünde güzel bir teklifmiş. Kitabı Ahmet’in önüne itmiş ve Ahmet’i dinlemeye başlamış. Ahmet’i dinledikçe soruyu anlamaya başlamış ve çözümün sonunda kafasında tamamen oturmuş. Selim Ahmet’in yardımı ile alttaki benzer soruyu da çözünce çok mutlu olmuş.  Ahmet’i aslında ne kadar yanlış tanıdığını anlamış. Ona yardım etmeye çalışan ve onunla arkadaş olmaya çalışan bu çocuğa sırf kıskandığı için, önyargılı davranmış. Hata yaptığını anlayan Selim Ahmet’ e dönmüş:

Selim: ‘Ahmet, sana çok teşekkür ederim. Seni ilk gördüğümde ve adını duyduğumda önyargılı davrandım. Senden hoşlanmadım. Ama şimdi ne kadar yardımsever bir çocuk olduğunu gördüm. Bana hiç anlamadığım bir konuyu anlattın. Bundan sonra birlikte çok güzel arkadaş olabilir, bilmediklerimizi birbirimize öğretebiliriz’ demiş.

Ahmet gülümseyerek;

-Tabii, neden olmasın’ demiş.

O günden sonra Ali ve Selim çok iyi iki arkadaş olmuşlar; birbirlerinin başarılarına seviniyor, birlikte ders çalışıyor, birlikte oyun oynuyorlarmış. Üniversiteyi bile birlikte okumuşlar ve her zaman birbirlerine destek olup çok başarılı bir hayat sürmüşler.

 d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);